Kayıtlar

Mart, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

dosya : it crowd

     bu diziye bayılıyorum... can hoca önermişti zamanında ve çok sevmiştim. bir çırpıda da izlemiştim. özellikle sisteme yönelik tavrı ve kara mizahtaki cesurluğu tartışılmaz. bugün çekilebilir mi? o bile bir muamma yani. benim için salt komedi anlayışıma uyan bir dizi oldu. bir ingiliz sitcomu aslında bu dizi...       it crowd’u izleyen herkesin kafasında en az bir sahne dönüp durur. kimisi roy’un “have you tried turning it off and on again?” repliğine takılır, kimisi moss’un en absürt anlarda bile ciddiyetini koruyan tavrına. ama benim için olay çok başka. benim aklımda en çok kalan, bu diziyi bir efsane yapan şey douglas reynholm’un kaotik varlığı ve richmond’un gotik hüznü.      şimdi, bir dizi düşünelim. zaten komedi yapmak zor bir şeyken, hem absürt hem de zekice mizah içeren bir yapım ortaya çıkarmak daha da zor. ama ingiliz tayfa bunu başardı. ve bence it crowd, bu başarısını klasik sit-com kalıplarını yıkan karakterlerine borçl...

dosya : palyaço

     palyaçolarla ilgili hislerim yıllar içinde epey değişti. küçükken onların abartılı makyajlarından, kocaman kırmızı burunlarından ve sahte gülümsemelerinden korkardım. sanırım birçok kişi de aynı duyguyu yaşamıştır. çünkü palyaçoların varoluşu zaten biraz ürkütücü. gözlerinin altına çizilmiş o dramatik yaşlar, bazen koca bir gülümseme, bazen gözyaşı izleri, her şey çok marjinal. bir yandan eğlenceli, bir yandan hüzünlü bir hava taşıyorlar. çocuk aklımla düşündüğümde, o kadar abartılı bir neşenin ardında bir şeyler saklanıyor gibi gelirdi. belki de palyaçoların en derin sırrı budur: mutlak bir neşeye ulaşmak için, biraz hüzün taşımak gerekir.      yıllar geçti, büyüdüm, hayatın pek çok yönüyle tanıştım. ve fark ettim ki palyaçolar aslında korkulacak değil, hatta özenilecek varlıklar. hele ki palyaço olmayı seçen insanlar... mesela modern family'deki cam'in bir palyaço personası vardı: fizbo. bu karakter bana inanılmaz sempatik geldi. cam'in palyaçoluğa d...

dosya : endonezyalı kafile

      iki akşam evvel otele böyle bir grup geldi. aslında çok fazla telefon gelir böyle gruplar için, fiyat öğrenmek için ararlar tabi haliyle.. biz de ortalama bir fiyat söyler ve beklemeye geçeriz. işin doğrusu pek umut verici durumlar değildir, yani zaten sürekli çalıştığımız kişiler vardır. arayanlardan pek iş çıkmaz.. bu sefer bir istisna oldu. hiç çalışmadığımız bir tur şirketi aradı bizi, biz de "nasılsa olmaz" diyerek çok düşünmeden bir fiyat verdik. aynı günün akşamında para havale olarak gelmişti bile.. o kadar hızlı gelişti ki olaylar, adamlar belli ki kriz anına denk geldiler de bir anda akşamına kafileyi beklemeye başladık.     ilginç bir ekipti. sonradan öğrendiğime göre; adamlar endonezya'da bildiğin büyük bir turizm acentesinin üst düzey çalışanlarıymış. tabi ilk görüşte bana çok gariban gelmişlerdi, nihayetinden benden katlarca zengin insalarmış. adamlar neye uğradıklarını bile tam anlamadan bizim otelde buldular kendilerini, aslında ana amaç ya...

dosya : annem olmadan on sene

Resim
      bugün tam 10 sene oldu. aya vurunca 120 ay... güne vurunca 3650 gün... ancak dün gibi hatırlıyorum her şeyi. şaşırdığım tek şey zamanın bu kadar hızlı geçmesi belki de. bir gün gelecek ve annesiz geçirdiğim günler, annemle olan günlerimden de fazla olmaya başlayacak. işte o zaman sanırım bir anneye sahip olmadığımı daha çok hissedeceğim. annemi çok severdim. kim sevmez ki? bugün o olsaydı her şeyin farklı olacağını da biliyorum. domino etkisinin ilk taşı gibiydi zaten onun yaşadıkları. sonrasındaysa benim aldığım kararlar ve sonuçları. insanı karar almaya, farklı şeylere yapmaya iten konular olur ya. işte benim konum da bu kayıptan beslenen bir şeydi..     ona çok ihtiyacım olan günler oldu. elbette inkar etmeyeceğim, onun kadar olmasa da desteğini hissettiğim, bana sahip çıkan insanlar oldu hayatımda. lakin anne karşılıksız sever, en azından sonsuz sever. olaylar nasıl gelişirse gelişsin, kafasındaki aklındaki kişi değişmez. işte bu sevginin değeri çok ön...