dosya : endonezyalı kafile

     iki akşam evvel otele böyle bir grup geldi. aslında çok fazla telefon gelir böyle gruplar için, fiyat öğrenmek için ararlar tabi haliyle.. biz de ortalama bir fiyat söyler ve beklemeye geçeriz. işin doğrusu pek umut verici durumlar değildir, yani zaten sürekli çalıştığımız kişiler vardır. arayanlardan pek iş çıkmaz.. bu sefer bir istisna oldu. hiç çalışmadığımız bir tur şirketi aradı bizi, biz de "nasılsa olmaz" diyerek çok düşünmeden bir fiyat verdik. aynı günün akşamında para havale olarak gelmişti bile.. o kadar hızlı gelişti ki olaylar, adamlar belli ki kriz anına denk geldiler de bir anda akşamına kafileyi beklemeye başladık.

    ilginç bir ekipti. sonradan öğrendiğime göre; adamlar endonezya'da bildiğin büyük bir turizm acentesinin üst düzey çalışanlarıymış. tabi ilk görüşte bana çok gariban gelmişlerdi, nihayetinden benden katlarca zengin insalarmış. adamlar neye uğradıklarını bile tam anlamadan bizim otelde buldular kendilerini, aslında ana amaç yakınlardaki yunan adalarından birine gitmekmiş tabi.. yoksa şubatta ne edeceklerdi bodrumu değil mi? 

    geldikleri gece biraz erken geldim. geldiğimde deli gibi yemeğe saldırmışlardı. lobide bir sürü koca koca bavullar... bizim otelde de bellboy olmadığı için o bavulları ben taşıdım. aslında benden evvel gelen çocuklar bir iki bavul taşımış, bahşişi alınca da ortadan kaybolmuşlardı. bu durum beni elbette sinirlendirdi, bir sürü bavulu taşıdım ve bahşiş alamamıştım. üstüne sabah erken saatlerde çıkacaklardı ve bavul taşımaya bu kadar erinen bu ekip, elbette ki beni göreve çağıracaktı. özel sektörün üzücü yanlarından birisi olarak, her işe koşturma mekaniğinin bir örneği olarak ve o saatlerde tek kişi olarak mecburen yapacaktım.

    bu insanları buraya yazma sebebim aslında ilginç ritüelleriydi. dinlerini bilemiyorum galiba hristiyanlardı ama lobinin tam ortasında sabah kahvaltılarını eder etmez toplandılar, bir tanesinin elinde bayrak vardı. birden ayin gibi bir şey başladı, topluca dua ediyorlardı sanki. sonra da bir şarkı söylemeye başladılar, bir taneleri bir şey söylüyor ve diğerleri de toplu şekilde devam ettiriyordu. elleriyle de garip bir hareket yapıyorlardı. resepsiyon'un köşesinden öylece malak malak izleyiverdim onları. dış dünyadan kopmuş gibi yaptıkları şeye odaklandılar. türk olan tur rehberleri de o sırada bana çok gereksiz sorular soruyordu. ayin baya sürdü aslında, o sırada ben bavul taşıdım tabi ki.. üzücü, yorucu ve sinirlendirici anlardı. 

    bavulları, onları götürecek aracın yanına kadar taşıyordum. "boşa gitmiş bir hayat" temalı iç söylenmelerimin arttığı sırada, uzun boylu ve şişman olan bir tanesi yanıma iyice yanaştı ve para uzattı. gerçekten yüklü bir miktardı bu arada... bu kadar süreli deneyimimde almadığım bir bahşiş idi. parayı görünce bütün yorgunluk unutuldu, bundan sonra artık mutlu mutlu taşıyacaktım o bavulları ama arkaya baktığımda çok az bavulun kalmış olduğunu görmek beni daha da sakinleştirmişti. işte ben de böyle bir para köpeği idim... neyse ki yolumu bulmuştum. bana para veren kişi de, aslında o acentenin sahibiymiş. koca yürekli adam çok sağolasın, en azından emeklerim boşa gitmedi. 

    üstüne beni daha çok şaşırtan olay şu oldu, kart teslim etme sekansında çoğu kişinin bana bavulları taşıdığım için sözlü olarak teşekkür etmesi... bu çok hoşuma gitti aslında. garip tepkileri olan insanlardı. sanırım uzakdoğu kültürüyle alakalı bir şey bu. hani tuvaletin yerini soruyorlardı, tarif ediyordum; "ooooaaaaaaağ" diye bir şaşırma efektiyle cevap veriyorlardı. istisnasız hepsi, bu şekilde karşılık verdi tuvaleti tarif etmeme... aynı sekans bu kart teslimindeki teşekkür edilmelerde de yaşandı. "sen bavulları taşıyan çocuksun...ooooooooaaaaaağ çok teşekkürler, çok minnettarız" cümlelerinin peşi sırası kesilmiyordu. o yönden de bu tayfayı beğendim. selam olsun hepsine, iyi çocuklardı özelinde... 

    sonrasında "wirjono" isimli elemanla biraz sohbet ettim. türkiye hayranı çıktı adam. ekipteki genç erkeklerden biriydi, aşırı meraklı şeyler sordu. herifin maaşı belki benim kaç katımdır, yaptığım işle alakalı sorular sorup durdu. "çok iyi bir adamsın." dedi. sağol dostum sen de öyleydin.. mesela bir tane de "purwoko" isimli adam vardı. hatıra için, otelin ismi yazan kalem istedi. beni ve burayı hatırlatması için bir nesneye ihtiyaç duyduğundan bahsetti. kalem olmasa da çakmak verdim kendisine ve tabi malum tepki; "ooooooooaaaaaaa" son olarak da "nancy" hanımfendiyi hatırlıyorum. odasında bir şey unuttuğu için gidip almak istedi, elimde ona verecek kart olmadığı için mecburen bende gittim onunla kapıyı açmak için... yol boyunca ve dönüşünde kıkır kıkır bişiler anlattı durdu. o sırada terden damlatıyor bir haldeydim ama çoğu anlattığı şeye "eheheh" diyip geçiştirdim. sonrasında o da bana teşekkür edip; "çok yardımseversiniz. sizi takdir ediyorum.." gibi bişiler dedi honor monor dedi yani. sağolsun o da... yani ekip komple muhabbet meraklısı ve nezaket üzerine kuruluydu. burayı da çok sevmişler... yunan adasını daha çok sevmişlerdir kesinlikle.. 

    turizm sektöründeki garip olaylardan birisi aslında bu. bir insanla herhangi bir şekilde tanışıp konuşabiliyorsun ama hayatın boyunca bir daha görüp göremeyeceğin meçhul oluyor. en azından üç taesini ölümsüzleştirmiş oldum burada. hepsine bol bol selam olsun... jakarta'ya yolum düşerse artık koklayarak bulurum bu ekibi eheh. 

    bu da aklımdaki bir başka meseleydi işte...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

dosya : ipek

dosya : uygur kardeşler

dosya : gravity falls