dosya : atça

     nazilli'den aydın şehir merkezi'ne yani esas ismi ile efeler'e giderken veya oradan dönerken, arada kalmış bir yerdi atça. aslında bir ilçe bile olabilirmiş, onun yerine sultanhisar isimli ilçeye bağlı bir yer olmuş. her seferinde süren o bir saatlik yolculukta, atça'yı görme sırası gelirdi. bazen başlarda, bazen de sonlarda. hani bir yere gittiğini oradan ayrıldığını anladığın an atça'yı görürdün. ya da eve döndüğünde, artık yolun çok az kalma eşiği idi atça. 

    uzun bir süre merak ettim atça'yı. çünkü çekici bir şeyi vardı. çilek festivali mi? hayır! etrafındaki yeşillikler? bir nebze ama yeterli değil. girişteki -şu an var mı bilmiyorum- ördekli göl mü? bu da kurtarmıyor. atça, türkiye'nin ilk modern şehircilik anlayışı ile kurulmuş yerleşim yeri. ne kast ediyorum bundan peki? bildiğin paris gibi bir yerleşim modeli var. "bu şirin yerin sınırları bir çember şeklinde çizilmiştir. birbiri ile 45 derece açı yapacak şekilde düzenlenmiş sekiz ana cadde ve bunları dik kesen küçük sokaklardan oluşmuştur." havadan bakıldığında bir pizzayı andırır. mimariye, şehirciliğe çok fazla merakım olmadı. ancak bu farklı bir şeydi kesinlikle. tam ortadaki meydana, her yerden bir yol çıkıyordu mesela. bir düzen vardı, çarpık bir kentleşme yoktu. sanki farklı bir ülkeymiş gibi, alışık olmadığım bir senaryo vardı. 

    bu merakım birkaç sene sürdü. bir gün, denk geldi ve atça'ya gittim iki arkadaşımla. meşhur parkında çay içtik oturduk biraz, sonra benim zorlamam ile sokakları gezdik. evler beklediğim gibi modern değildi ama yollar geniş ve gerçekten de her taraftan ortadaki meydana çıkıyordu. yurtdışında, yani planlı şehirlerde yaşayınca olabilecek bir hissi, türkiye'de almak gibiydi. orada geçirdiğim vakitlerde, bir yerlerde sanki farklı bir yerdeyim hissini aldım. ortada ne görülebilecek bir heykel, ne bir yapı, ne bir eser vardı mesela. bir turistik gezi değildi bu. sadece farklı bir his edindim. çok fazla "farklı" kelimesi kullanmamdan mütevellit, yaşadığım yerin sınırlarının dışında hissetmek olarak bir güncelleme geçeyim. 

    atça, benim için bir meraktı. günlük hayatta bir merak değil, sadece yeri ve zamanında. her gördüğümde, bindiğim dolmuşu durdurup orada inme isteği kabarırdı. o sokakları baştan aşağı yürümek, keşfetmek isterdim. işin ironisi görülebilecek hiçbir şeyin olmamasıydı, belki kullandıkları kaldırım taşı da bildiğimiz bastığımız taşlardı. yine de içimi kamçılayan bu merağa bir şekilde ulaşmak beni çok tatmin etmişti. geriye dönüp bakınca; "iyi ki" dediğim işlerden. bu atanamayan paris'i, eyfel yerine ortasında park olan modern türk mahallesini hiç unutmam. belki bir gün tekrar yollarımız kesişir atça. bu da kafamın içinde bir şeydi işte. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

dosya : ipek

dosya : uygur kardeşler

dosya : gravity falls