dosya : erdal hoca
bu sefer liseye dönüyoruz. beden eğitimi dersime giren iki öğretmen vardı. bir tanesi gerçekten biraz toplu bir hanımefendi idi, çok fazla bedenini kullanmaz ama bizi iyi bir yorardı. zaten onun parkur saçmalığı yüzünden, beden eğitimi dersi 100 gelmeyen sayılı kerizlerden birisi oldum. yine de hakkımı yedirmem. o parkuru fena bir sürede geçmemiştim bu kiloya rağmen, hele üstüne bir de ip atlatma saçmalığı vardı. tamamen zırvalık.
ben bugün diğerinden bahsedeceğim, yani efsane olanından. bir adam düşünün, her bir spor dalına bir ilgisi var. bir gün kendini fatih terim zannediyor, diğer gün ergin ataman, başka bir gün ise guidetti çıkıyor içinden. bu adam dehşet bir adamdı. neredeyse bütün takım sporlarını takip ediyordu. o dönem kadın futbol bu kadar popüler olabilseydi eminim ki ona da bir takım çıkaracaktı. öğrencilerin yetenekli olmasına hiç gerek yoktu, sadece oyunun kurallarını öğretmesi ve bulduğu her turnuvaya okulu sokması yeterliydi onun için. takımın girdiği her maçta, köşede ellerini iki yana bağlayarak heyecanlı heyecanlı izlerdi. bildiği, anladığı kurallardan taktikler oluşturmuş öğrencilerine talimatlar verirdi. bu adam en başta başarı nedir asla bilmezdi. bazen katılmak da bir başarıdır sözünü çok yanlış olmalı ki, her turnuvaya katılır eli boş dönerdi. lakin vazgeçmezdi. o takımlar hep kalırdı, değişen tek şey jenerasyondu. her bir başarısızlığı çabucak unuturdu, yeni gelen öğrencilerden harmanını yapar kendini rekabet ortamına atardı.
adidas marka eşofmanları, farklı renklerde olup bir nevi o anki spora göre seçiliyordu adeta. bir akşam 105-104 biten oklahoma city thunder-los angeles clippers maçını gecenin kör bir saatine izlemiş. ertesi gün okul erkek basketbol takımının maçı öncesi soyunma odasında heyecanlı heyecanlı taktik verirdi. kevin durant ve russell westbrook işbirliğini takımında da görmek istiyordu. takıma bütün taktikleri içten vermişti o gün mesela. alan savunmasına dikkat çekti, boyalı alanda skor katkısının öneminden bahsetti. mesela rakip takımın hocası, öğrencilerine şöyle demiştir diye tahmin ediyorum; "topu alan potaya atsın beyler girerse sorun yok.." ancak erdal hoca öyle değildi. kazanacaktı ama kuralına göre kazanacaktı. öğrencilerin gözlerindeki ışıltıyı gördüğünü hissederdi. elinde bir taktik tahtası bütün pas opsiyonlarını teker teker anlatırdı. elbette maçın farklı kaybedilmesi de bir işti onun için. maç sonu yenilgi analizini de iyi yapardı. öğrencilerine tek tek sorunun ne olduğunu açıklardı. iyi yönlerin adamıydı zaten. 40-50 sayı fark yemenin de bir önemi yoktu. bu jenerasyon olmadıysa başka bir jenerasyon olacaktı.
bir başka macerasında da filenin sultanları gazıyla hazırladığı kadın voleybol takımının grupta sıfır çekip elenmesi vardı. kenarda ettiği itirazlar... hakemin bütün takdir haklarını karşı takımdan kullandığını iddia eden sözleri... belki takımı set bile alamamıştı ama duruş önemliydi. futbolda bile, maç sonu gergin tavırlarıyla her an bir mikrofon görse oturup konuşacak hali vardı.
aslında olay dalga geçmek gibi gözükse de, spor aşığı bir adamın kalbinden bazı şeyleri söküp atamazsınız. biraz da kendimden biliyorum. çok fazla spor biliyor ve izliyorum. icraatte ise bugüne kadar ne oyuncu ne de yönlendirici olarak bir başarım olmamıştır ki bence ileride de olmaz. ancak bir şey sorduğunda cevaplayabilecek o yüzde 0.01'in içinde olmanın verdiği yükümlülük bu. yani bir insan erkek voleybolu niye takip eder mesela. sırf makarasına gidip sorduğum; "hocam dün arkas maçı neydi öyle yaa" soruma gayet ne olduğunu bilen, hatta bir oyuncu özelinde hata ile maçı anlatan adamı pek eleştiremeyeceğim. sahi o soruyu, doğru bir soruyu ben sorduğuma göre ben de olayın farkındaydım. izliyordum. o da belki benim gibi, önüne ne denk gelse onu izliyordu. karşısına bir hentbol maçı denk gelse, baştan sona izleyecek bir adamdı. çoğu insanın izlediğinde; "acaba ne oluyor?" diyeceği takım sporlarında baştan sona ne olup bittiğini algılayan adamdı.
onu son gördüğümde bir facebook grubunda, çaykur rizespor'un transferleri hakkında hararetli bir analiz tartışmasına girişmişti. falanca oyuncuya verilen 1 milyon euro ona feci halde dokunmuştu. oysa o dünyanın en iyi scout'uydu. zambiya 1.liginden bir kaç kez denk geldiği bir adam alınsaydı, yani ona sorulsaydı hem az para harcanacaktı hem de tuttuğu takıma faydası olacaktı. bundandı o günkü veya daha evvelki postlardaki serzenişleri. dört büyük takımı tutamayacak kadar spor aşığı bir adam, memleketinin takımında güzel futbol izlemek istiyordu. sonra facebook hesabımı kapattım zaten. bir daha da görmedim analizlerine dair bir şey.
aslında işin özeti, takıntılarla oluşturulan bir şeyin ne kadar ileri gidebileceğiydi. bir spor adamı olmak ile, başarıya aç olmak aynı şey değil. belki kaybettiklerinden zevk alıyordu. gerçekten de önemli olan onun için katılmaktı. ancak bunu defalarca deneyen adamın da katılmakla ne ilgisi kalıyor merak da etmiyor değilim. lisede bir başka erdal hoca daha vardı. hatta kendisine internet sitesi bile yapmıştım. lakin daha sonra fetöden ihraç edildi. sanırım ondan bahsedeceklerim bu kadar. bu erdal hoca kadar iz bırakamadı bende ama iyi adamdı yani.
sonuç olarak bu erdal hoca'dan devam biz. umuyorum ki emekli olmadan, bir yerlerde arkanda çalan fon müziği eşliğinde kupayı kaldıracaksın taktik dehası. bol bol selam olsun.
Yorumlar
Yorum Gönder