dosya : güven
aslında burada hem bu kelimeden, hem de bu isimli birinden bahsedeceğim. gece gece aklıma düştü çünkü. önce o kişiye başlayalım...
ben hep çalışırdım, özellikle yazları. çok uzun süre çalıştığım o elektrikçide bir tane serserimsi bir çocuk vardı. tam bir derince kekosu. hal tavır inanılmaz donuk. sürekli bir maçoluğa, adamlığa özeniş. toplumda sert olarak öne çıkma çabası. yaşça daha küçük olunca bir saygı bekleme merakı. ama iyi adamdı. dışarıya nasıldı bilmiyorum. beni de terslemiştir, ezmiştir. oturup tek bir şey konuşmamızdır. ama iş için birlikte olduğumuzda, ki bu mekanlar dağın başında bir trafo veya şehrin merkezindeki köprü olabilir. mesela sigaram olmadığında gidip paket alabilen, ya da acıktığımda kendi cebinden bişi alabilen bir tipti. o da genç bir elemandı o zamanlar. kazandığı parayı orada burada hiç ediyordu zaten. yani kendi insanlarında sevilen biriydi, ama benim gibi farklı bakan insanların sevmeyeceği biriydi. bugün böyle konuşabiliyorum çünkü o günlerde de içimden bir eleştride bulunmuyordum. mesela beni çok bilmez tanımazdı, sadece denk gelirdik lakin bir telefon açsam elinden geleni de yapardı öyle bir tipti. zaten başına ne geldiyse bundan geldi bence.
bir akşam öylesine girdiğim kocaeli haber sitesinde gördüm. bir arkadaşının yardım talebi için gitmiş oraya, kendi gibi belalı adamlar. iş tartışmaya dönmüş, karşılıklı erkeklikler taslanmış. oracıkta saplamışlar bıçağı kalbine. sonra onun için geldiği arkadaşı dahil kaçmış hepsi. o otobüs durağında saatlerce kan kaybetmiş. kimse de görmemiş. yaşasaydı daha serseri bir tip olacaktı, belki hapse girecekti. bilemiyorum, yine de içinde bir kötülük olmayan birisiydi. bütün olay kendini hayata kanıtlamakla alakalı. çok cesur birinin, kalleşçe ölümü olarak nitelendiriyorum. yoksa o da bilirdi herhalde saplamayı, ancak bileğine güvendi belli ki. bir şeylere güveniriz değil mi? işte güven de yanlış şeye güvendi o gece. ruhu şad olsun. umarım gittiği yer güzeldir. ben onu, bana karşı yaptığı inceliklerle hatırlayacağım. asla çok yakın olacağım birisi değildi biliyorum. yine de hayatımızdan bazı insanlar geçer ve iz bırakırlar. normal şartlarda çok serseri olarak niteleyip uzak duracağım birinden hiç zarar görmemiştim işte. benim için de koşulsuz güvenebilecek biriydi işte. başkaları için de öyleydi ki, arkasından üzüleni çok oldu.
güvenmek bizi konfor alanına sokar. neye güvendiğimizle de alaka vardır inkar edemem. lakin güven kelimesi başlı başına bir rahatlama ifadesidir. mesela ilişkilerde söylerler; "güven problemim var" tarzı cümleler. galiba bugünlerde de benim bir güven problemim var. sadece bu tandansta değil ama, etrafa da güvenmiyorum, insanlara da güvenmiyorum, kendime de güvenmiyorum. bugünlerde güven benim için, içi boş bir kavram. her zaman oyunda kalmalısın. her zaman dik durmalısın. bir şeye güvenerek hareket etmek uzun vadede hep kaybettirirmiş çünkü. biraz da hayat dersleri çocukları.
bugüne kadar kimlere kimlere güvendim mesela, en ufak umutlarımı, en ufak beklentilerimi başkalarına güvenerek yaşadım. her seferinde de eli boş dönme hissi. geldiğimiz noktada güvenmek sakıncalı bir durum olmuş oldu. oysa benim de hakkımdı bir yerlerde kendimi bırakabilmek, birine olmasa bile bir şeye güvenebilmek. sırtımı yaslayabilmek... bu mümkün değildi. yine de hayatın sana verdiği ile yetineceksin.
"bir zamanlar, adını kimsenin hatırlamadığı, mantık kurallarının asla uğramadığı bir ormanda, tırtıl ve iguana yaşıyordu. bu orman öyle tuhaftı ki, ağaçlar sürekli yer değiştirir, dere bazen yukarı akardı. tırtıl da her sabah uyanınca "bugün nerede düşeceğim acaba?" diye kendi kendine sorardı.
bir gün tırtıl, çılgın bir fikirle, ormanın ortasındaki devasa, parlak pembe mantara tırmanmaya karar verdi. mantarın tepesi, tırtıl’ın hayal ettiği gibi bir yaprak yığını değil, kaygan bir jöleden yapılmıştı. tabii ki kaydı ve aşağıya doğru yuvarlandı. yuvarlanırken "aaaah, bunu düşünmem gerekirdi!" diye bağırdı. neyse ki, iguana tam altında güneşleniyordu ve tırtıl, iguana’nın kuyruğuna düştü.
iguana homurdanarak uyandı: "hey! kim kuyrukta zıplıyor? bu kuyruk, güneşlenmek içindir, trambolin değil!" tırtıl, utançla kuyruğun ucunda asılı dururken cevap verdi: "benim suçum değil, mantarın suçu! ayrıca senden yardım istiyorum. düşmek üzereyim!"
iguana, kuyruğuna asılı duran tırtıl’a baktı ve şöyle dedi: "beni tanıyor musun? belki ben korkunç bir yalan makinesiyim. sana yardım eder gibi yapar, sonra seni fırlatırım." tırtıl şaşırmıştı ama çabucak karşılık verdi: "zaten fırlatsan ne olur? hayatımda her şey ters gidiyor. fırlat, en azından biraz havalanmış olurum!"
iguana, tırtıl’ın bu saçma mantığına hayran kaldı. "pekala," dedi, "ama önce bana güvenmelisin. kuyruğuma daha sıkı tutun, çünkü... rüzgar geliyor." ve tam o anda, ormanda esen bir rüzgar iguana’yı ve tırtıl’ı birlikte uçurdu! ikisi, bir süre havada döndükten sonra dev bir puding kasesine düştüler. ormanın saçmalığına yaraşır bir şekilde, puding kasesi konuşmaya başladı:
"hey, bu özel puding! üzerime düşen her yaratık, sonsuza kadar birbirine güvenmek zorunda!" tırtıl ve iguana bu saçmalığa deli gibi güldüler. işte güvenmek böyle bir şeydi. saçmalıklardan ibaretti. "
Yorumlar
Yorum Gönder