dosya : medieval 2 total war
şimdi de bir oyundan bahsedeceğim. ergenliğimin oyunlarından birisidir bu. bugün bile bir zıplasam kendimi oynamaktan alamam kesinlikle. şöyle anlatayım, bir harita var. ülkeler, şehirler, askerler, diplomatlar, casuslar, suikastçiler, kraliyet aileleri, prensesler, ayaklanmalar, keşifler, din, savaşlar... bir sürü şey var. kendini orta çağ avrupasında buluyorsun, bir ülke seçiyorsun ve daha çok avrupa'yı merkez alan ama biraz kuzey afrika'yı, biraz da asya'nın batısını içine alan, e tabi ortadoğu'yu da es geçmeyen bir haritanın içinde buluyorsun kendini. olay bir ülke yönetmek. nasıl yönettiğinin bir önemi yok. istersen sadece zenginliğe odaklan, istersen genişlemeye odaklan, istersen de papa'nın gözüne girip bütün hristiyan alemini avucunun içine al. ilerleyen kısımlarda amerika'yı bile keşfediyorsun!
ben bu oyunu çok sevdiğim için, aklımda olan şeyleri yazmaya karar verdim. yani vatandaşı olduğum ülkenin tonlarını aramıştım ilk indirdiğimde de, anadolu'da dört tane şehire kurulan o zamanlar tam ismi de belli olmadığından olsa gerek; "the turks" diye adlandırılan ülkeyle oynardım ilk başta. hedefim elbette, osmanlı devleti sınırlarına ulaşmak ve yarım kalan işi tamamlamaktan ibaretti. ilk seferimde bolca hileyle tüm dünyayı fethetmiştim evet ama sonraları hileyi azaltarak tadını almaya başladım. her bir yeni oyunda, yeni bir tarz edinebiliyordum. türkler ile olan ilk deneyimimde, etrafımdaki doğal sınırlara ulaşmış, karadeniz ve akdenizi bir türk gölü haline getirmiş ilerlemeye çalışıyordum. derken doğudan moğollar geldi, ama nasıl bir geliş anlatamam. adamların asker çıkartacak bir toprağı bile yok, lakin oyun sistematiği gereği kalabalık bir ordu ile sınırlara giriyorlar. eh ben de o zamanlar, doğudaki tüm toprakları alıp ülkemi genişlettiğim için, doğal muhattapları ben oluyordum. bitmek tükenmek bitmeyen savaşlar mesela. bir sürü yıldızı olan komutanlar, güçlü askerler. kurutana kadar canın çıkıyor, bir çok şehrini yıkıp geçiyorlar. hatta bir şehrini yıkarken oraya kurulurlarsa aldın başına belayı. en ufak hatada kabus gibi çöküyorlar üstüne, artık hilenin dibine bassan da uğraşıp duruyorsun. tam temizledim derken, bir de ikinci akınları geliyor. "batu", "berkei", "mutugen" bir sürü yıldızlı generaller. sadece cengiz han eksik. cebelleşmen bitip, doğuda düzeni sağlıyorsun tekrar avrupa'ya döneyim diyorsun ve bingo! bu sefer de timur'un devleti katılıyor oyuna. bu sefer işler daha da zor çünkü bu adamlar fillerin üstünde, en iyi askerlerin bile mala dönüyor böyle durumlarda. hile bassan bile şans faktörüne kaldı işin. bir de onlarla uğraş, oyunda "turn" mantığı var. bir butona bastığında, "turn" sona eriyor ve yıl atlıyorsun. bu şekilde, senelerce uğraşıyorsun timurlarla da. batıda da, atı alan üsküdarı geçmiş misali adamlar artık oturmuş bir düzene gelmiş ve sapık gibi senin sınırlarına dadanıyorlar. bir de onlarla uğraş işin yoksa. ee nerede kaldı genişleme planları? üstüne sürekli tacize uğrayan limanları saymıyorum bile. oyundaki deniz kısmı, kara kısmı kadar detaylı değil ama mesela askerlerini gemiye bindirip taşıyabiliyorsun. ürettiğin gemiler, başka ülkelerin gemileriyle savaşabiliyor. savaşları kazandıkça, o gemin rütbe atlayıp daha güçlü hale gelebiliyor.
türklerde, sanki selçuklu devletinin son kısmında yaşanan isimlerin biraz araplaşma/farslaşma şekli oyuna da yansımış. askerlerin, kraliyet ailen, herhangi bir elemanın bazen garip gurup isimlerde. islam ülkesisin, avrupadakiler gibi haçlı seferi düzenlemiyorsun. cihad ilan ediyorsun! tabi bu ilanlarına kulak asacak fazla devlet de yok. mısır var bir de emeviler var. adamların sana yardım etmesi zaten zibilyon kilometre, bir de üstüne yardıma gelip savaş da açıyorlar. asla birlik beraberlik yok. mesela hristiyan bir ülke ile oynadığında, bir başka hristiyan ülkeye sataşırken papa seni uyarıyor. yapmayın etmeyin diyor. afarozdan bahsediyor. öyle öyle tansiyon düşebiliyor oralarda, ama islami ülkelerde hiç bana mısın yok. hristiyan ülkelerde, bir papaz veya kardinal üretiyorsun. bunlar ilişki kuruyorlar zemini düzeltiyorlar. islami ülkelerde ise imam üretme şansın var. tek fonksiyonu da gittiği yerdeki islamiyet oranını arttırmak. mesela türklerle başladığında oyun sana girişte; "baraka" isimli bir imam veriyor. verdiği yer de sinop civarı falan. o baraka'yı alıyorsun dolaştırıyorsun. dinsiz bölgelere islami götürüyor önden, eğer o yer bir yönetime bağlı değilse savaşmadan teslim olma ihtimalleri artıyor. ben bir yerden sonra bu baraka isimli arkadaşı, constantinopolis'e gönderiyordum başlasın operasyona diye, hatta iyice tecrübelenince yani iyi bir imam olunca ki bu da mümkün, adama ünvan falan geliyor; "baraka the missionary" gibi. roma'ya salıyorum, vatikan'ın önlerinde dolaştırıyorum. yüzde 4-5 islam görünce tatmin olmaya falan başlıyorum. gariban adamdır, her hareket ettirdiğimde; "inşallah, maşallah, salamu aleyku" gibi replikler çakıyor. ancak bir başka tecrübem de göstermişti ki, vatikan semalarında papalığın suikastçileri tarafından şehit ediliyor. artık bayrağı sonra üreteceğim imamlara devretmek üzere terk ediyor bizi. hemen her oyunumda, bu baraka isimli imamımdan son derece yararlanmaya çalışırım. oyunsal olmasa bile, duygusal olarak alabileceğim bütün tatmini almaya çalışırım. bir şeylere çomak soktuğunu hissediyorum bu görev adamı ihtiyarın. ayrıca imamların ve papazların ekstra bir görevi daha var, bazen topraklarda türeyen; "heretic" dediğimiz kişileri toplum tarafından linç ettirme işlerine girişir. bunun için de kişinin çok iyi bir din adamı olması gerekiyor. baraka mesela bu konularda rahat bir adam; "ben harika bir müslümanım" diye övüne övüne gezer. bir heretic yakalarsa, anında bitirir işini. ondan sonraki imamlarımda çok gördüm bu başarısız olma işini, hatta bazen heretic'e yolladığımız kişi onun tarafına geçer. eldeki imamı da kaybedersin...
bir başka kısım da diploması kısmı. burayı da çok severim. bir hristiyan ülkesi olunca, bu işi prenseslerine de yaptırabiliyorsun. hatta başka bir ülkenin veliaht prensi ile evlendirdiğinde veya tam tersi olduğunda bir müttefiklik doğuyor. bir akrabalık ilişkisi doğuyor. yine türklerde sadece, diplomatın yapabileceği bir iş tabi diploması. oyun en başta bu sefer; "kiji murat" isimli şahısı veriyor elime. mütevazi, nazik bir adam. söylediği her replikte tansiyon düşürüyor. o da bu uğurda çok başka oyunlarda suikastlere uğradı, yerine ürettiğim hiçbir diplomattan aynı tadı alamadım. zaten bir yerden sonra devasa bir güç haline gelince, diplomata ihtiyacım kalmıyor. genelde işimi kalabalık ordumla yıkıp yakarak hallediyorum. kiji murat, başlarda bir görev adamı misali bizans senin mısır benim dolaşıp geliyor. boştaki yerleri toplarken, bu adamlarla sorun yaşamayalım diye gaz alıyor. "diplomacy has failed today" diye bir repliği vardır mesela istediğini alamayınca, ekran başında gözlerin dolar. karşı ülke nasıl dayanıyor bilmiyorum. kiji murat, benim için özel bir adamdır. asla yolundan dönmez, bazen kendisini dünyanın ucuna yollarım. fıtı fıtı senelerce yürür.
türklerle amerika keşfetme işi de fena hoşuma gider mesela. gidip carribean'da yerlileri yakıp yıkıp islam sancağı diktiğim zamanlar çok olmuştur. amerika'yı keşfedince oyuna aztec'ler dahil oluyor. baya baya yerli tayfa, ellerinde mızrak falan var. yeterince gelişmiş bir orduysan kolayca dize getiriyorsun. ben ise, onların yanına gittiğimde bir diplomat falan götürüp barış anlaşması yapıyorum. boştaki yerleri alayım, siz büyüyün gelişin diyorum. tabi benden sonra amerika'ya ulaşan ülke bunları yakıp geçiyor, ben de intikam yemini etmiş misali o ülkeyi orada tokatlayıp gönderiyorum. gariban adamlardan ne istediniz ya?
bir başka fonksiyonel kısmım da suikastçilerle döndürmek işi, bir sürü suikastçi üretiyorum ve rakip ülkemin etrafına diziyorum. sırayla hepsi hedefte kim varsa deniyor şansını, ihtimaller hep az başlıyor. yani adamı gönderdiğin zaman sana diyor yüzde 10 öldürme şansın var diye. bizans imparatoruna yollayıp duruyorum benim elemanları, artık kaçıncı denemede bilmiyorum şans denk gelip öldürünce o çocuk benim adamım oluyor. başlıyorum sıradan karşıma çıkan tüm soyluları indirmeye. eğer başarı oranı stabil kalır, bu denemelerde de şanssızlık eseri ölüme uçmazsa finalde büyük balık papa var. mehmet ali ağca hesabı, artık tam yetkinliğe gelmiş suikastçimi vatikana yollayıp papanın üzerine salıyorum. papa düşerse, ortalık karışıyor hemen yeni bir papa seçiyorlar. yine de o kaosu yaşamak beni çok tatmin ediyor. herifi yakalamadıkları müddetçe, seçilen her papaya aynı muameleyi yapmaya başlıyorum. benim baraka dedemi yaşatmıyorsunuz oralarda size müstehak.
askerlerin replikleri var bir de aklıma gelen, mesela batıdan doğuya her bölgenin aksanına uygun bir ingilizce seçilmiş. türklerde yine arabik temalı bir ingilizce; "my çultan wishes your dead", "infidel army will not çurvive!", "alhamdullilah! allah has granted us victory!!!" gibi gibi. söyleyiş aksanlarından inanılmaz bir kabalık ve barbarlık var. buram buram acımasızlık teması işleniyor. elin ingilizi öyle mi? please falan çekiyor böyle repliklerde.
türklerin oyunun başındaki şehzadesi; "crown prince mustafa" nın basit basit ölümlerine kafayı yediğim zamanlar var mesela. babası "sultan jalal" nasıl bir mutant gibi senelerce dimdik kalıyorsa, bu herif savaşlardan kolayca ölerek çıkıyor. en baştaki olay belli zaten, ancak ilerleyen süreçte evliliklere ve evlat edinme işlerine karar verilebildiği için ailenin kaderi de etkilenebiliyor. ben mesela evlat edinme işine girmem, prenseslerime de genç ve yetenekli kocalar alırım. hani sultan jalal'in soyundan kimse kalmazsa sıra damatlara da gelebilir ama ben soyu sağlam tutmaya çalışıyorum. oğlanları hemen everip, minik şehzadeleri de hızlı sahaya sürüyorum.
elbette diğer ülkelerle de oynadım ama türklerle oynamak çok başkaydı. oyun 2006'nın oyunu. aradan seneler geçti, daha iyisi bence olmadı. o basitlik, o kolay arayüz ve bence çok fazla şeye gebe çeşitlilik böyle şeylere meraklı bir insanı alıp götürüyor. bu konuda anlatacak çok çok şeyim var ama aklıma bu kadarı geldi şimdilik. bu da aklımın içinde bir şeydi işte.
Yorumlar
Yorum Gönder