dosya : atalar sahil parkı

    insanlar zor dönemler geçirir. bazen fazla zor gelebilir. bünye kaldıramaz, mücadele edilemez. elbette kaybedildiği zannedilir bütün her şeyin. 

    babamın evine gitmeyi hiç istememiştim. mecbur bir şeydi, gidecek hiçbir yerim kalmamıştı çünkü. ayrıca ölmeyi de becerememiştim. zaten bu beceremeyiş bir hayata tutunma hikayesi değildi. dümdüz bir beceriksizlikti. işte insan ölmeyi de beceremeyince, kendisine ölmeyi düşündürecek kadar yapmaktan çekindiği şeyleri yapmak zorunda kalır. babamın evine gitmek böyle bir şeydi. perişan bir halde gittim. eve adımımı attığımdan itibaren beni kötü sözler karşıladı. elbette iftiralar da! onca sene, süregelen iftiralar. bir kadının kendi dünyasında uydurduğu hikayeler ve babamın da sadece borcum olduğunu bildiği için kendini haklı görmesi. oysa bana zaten hiçbir faydası yoktu. tek başıma mücadele etmeye, bu kadar borçlanmaya ve diğer şeylere zaten bu tutum mecbur etmişti beni. yalnızlık, çaresizlik. böyle durumlarda insan en yakında gördüğü kişiye sığınır, çünkü ailesinden daha iyi hissettirmiştir onu. 

    babamın evinde otuz küsür gün geçirdim. her yeni bir gün baştan kovuldum o evden. gün içerisinde kapıyı kitlerdi babamın ruh hastası eşi. içeri girmemi istemiyordu. sabah evden çıkar, akşam dönerdim. işte bu gidişlerimde bir uğrak mekanım vardı "atalar sahil parkı". körfez için bence büyük bir olaydı ve eve yakındı. ayrıca evin hemen ilerisindeki o genişçe park da uğrak mekanımdı. günü orada oturarak geçirirdim. telefonumu şarjı bitene kadar bana eşlik ederdi. şarj da bitince oturur kendi kendime konuşurdum. idareli kullandığım sigaralar, bütün gün aç aç beklemeler. yine de kötü günler değildi. aslında çok kötü günlerdi ama ben o günleri bir ruhani yolculuğa ayırmıştım. sabah evden çıkar, kocaman parka giderdim. sonra da sahile geçerdim. hava çok sıcaktı. çok geçmişten bahsetmiyorum zaten, geçen hazirandan bahsediyorum. şapkamın rengi solmuştu artık sıcaklardan. tek bir tişörtüm vardı siyah, onun da rengi kahverengiye çalmaya başlamıştı. 

    her gün sabah erkenden çıkardım. tek yapabildiğim, buzluktan aşerdiğim bardak sulardı. onun da lafını yerdim bol bol. yapacak bir şey yoktu. geceden buzluğa atardım o bardak suları, sonra sabah da buz halleriyle poşete koyar çıkardım. erimesi çok sürmezdi ama o sıcakta en azından bir saate kadar beni tutardı. eridikçe soğuk soğuk içerdim o suları. çünkü başka bir çarem yoktu. bulabildiğim en mantıklı çözümdü. parkta oturmalarım bitince de, bahsettiğim sahil parkına giderdim. toplasan bir kilometre bile değil uzunluğu. sanayinin, rafinelerin, limanların arasına yapılmış bir park. deniz masmavi. oradaki beş kamelyadan birine kurulur saatlerde otururdum. çok sıkılmazdım ama, kendi kendime konuşurdum işte. düşünürdüm, taşınırdım. gözümün önünden film şeridi gibi geçerdi yaşadıklarım. dayanması, kabullenmesi çok zordu bazı şeylerin. o sahil de, kamelyanın içinde güneşin vurmadığı yerlere yerimi değiştire değiştire otururdum. insanlar gelirdi sabahtan, piknik yaparlardı çimenlerin üstünde. bazen kalabalık bir aile gelir ve beni kamelyamdan kaldırırdı. bu sefer de ağaç gölgelerine otururdum. terleye terleye geçerdi saatler. yine de gereğinden sessiz bir yerdi işte. körfez gibi bir yerde, bulunmaz bir şeydi.

    tuvaletleri de vardı. hem de bedava! kocaman gün, tuvalete de gitme ihtiyacımı çözüyordum. artık suyum kalmayınca da, oradaki çeşmelerden su içiyordum. kendime bi tane bardak taşıyordum her gün. çeşme suyu çok kötüydü ama buzlu sularım bir yerden sonra bitiyordu. akşam üzeri genelde o çeşmelerdeki sudan içerdim. akşamları daha tatlı oluyordu ama çok kalabalık da oluyordu. sabahları benimdi orası. her gün, sanki mekanın sahibi gibi takılırdım. benim gibi sürekli takılan insanlar yoktu. gerçi bir tane ayyaş vardı. gelip gelip içerdi. sonra liman işçileri vardı, öğle tatillerinde çay içmeye gelirlerdi o kamelyalara. ayrıca sotede yiyişmek isteyen çiftler gelirdi tabi. dönüp dolaşıp ben otururdum yine de o kamelyalarda. birileri fark etmiştir belki de; "bu deli her gün ne yapıyor?" diye soruyorlardır. öyle günlerdi işte. 

    çeşitli kedilerle arkadaş olmuş, hepsine bir isim takmıştım. iş ilanlarına bakıyordum, hevesleniyordum ve red yiyordum. gün içerisinde moralim bozulabiliyordu, sonra da kendi kendime konuşunca sakinleşiyordum. iyice delirmiştim yalnızlıktan. o sıcak hava kafamdan vuruyordu sanki. her gün başka bir şekilde terliyordum. üstümdeki kıyafetler terden ağırlaşıyordu. sonra da kısıtlı para sebebiyle saat hesabına vurduğum sigaralar. her 2.5 saatte bir sigara sadece. o sürenin dolmasını bekliyordum hep. denize dalıp giderken yaktığım sigara sakinleştiriyordu. sonra yeni baştan başlıyorduk. 

    bugün o sahil aklımdan hiç çıkmıyor. dile kolay ömrümün koca bir ayı orada geçti. ne yapacağımı bilmeden, geleceği göremeden, hayattan vazgeçmişken. eve gitmek istemezdim, gitsem de kötülüklerle karşılaşırdım. bugün o sahili özlediğimi fark ettim. burada da sahil var ama orası gibi değil. her yerin tadı ve anlamı farklı. sanırım benim ruhumu dinlendiren bir yerdi. bence çok da şirindi, küçücük alanda bir tane belediye kafesi, oyun parkı, tuvaleti, mescidi, atatürk heykeli ve kamelyaları vardı. ayrıca çok da güzel bir bisiklet yolu vardı. bisikletim olsaydı bütün gün turlardım ve her şeyi unuturdum. 

    umarım hayat bir gün o parka daha temiz bir kafayla gitmemi sağlar. en azından bana kafamı toparlayabileceğim bir yer vermişti o park. bu da aklımdaki başka bir meseleydi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

dosya : ipek

dosya : gravity falls

dosya : it crowd