dosya : çay ocağı
her erkeğin hayatında çay ocakları bir şekilde yer alır. şimdi de bugüne kadar yer etmiş çay ocaklarını, ya da düzenli çay içtiğim mekanları paylaşacağım. çünkü neden olmasın? zaten burada da ilginç şeyler olmuştu.
liseden çocukların fark ettiği bir mekan vardı öncelikle. aklıma gelen mekanla ilgili gelen tek şey; "dayı" kelimesi. doğulu bir ağabey işletiyordu mekanı. her gün istisnasız bomboştu. yaptığı çay çok kötüydü, ama biz yedi-sekiz kişi çoğu okul çıkışı gidiyorduk. nedenini bilmemek bu olsa gerek. bir eylemi yaparsın ama yapmaman için bir sürü sebep vardır. yine de yaparsın... dayı, biraz saf bir adamdı. ancak gözü açık olduğu yönler de vardı. fazla şekerli çay içilmesini hiç sevmezdi mesela, sürekli çayın şekersiz içilmesi konusunda nasihat verirdi. limonlu soda satmaya çalışırdı. çayı diğer yerlere göre ucuzdu tabi. ancak tadı sebebiyle bir gelen, bir daha gelmiyordu galiba. oraya o dönemlerdeki bir kız arkadaşımı hatta iki farklı kız arkadaşımı getirmiş olabilirim. taklit etmeyi çok seven tayfa olarak, dayı'nın bir çok repliğini taklit ederdik. "limonli içme oglimm", "yaauuw şeker öldirir adamı haaa", "boş otureceğinza çay için oglim" gibi gibi. dayı'nın telefon numarası da vardı bir tanemizde. utanmadan işletmiştik adamı. bir tanesinde, kredi kartı borçları sebebiyle başına çok iş geleceğini söyleyen bir banka memuruyduk. adam, kredi kartı olmamasına rağmen telaşe etmişti. diğerinde ise; "dayı, yan kahveye 10 tane çay" demiştik. allahım gerçekten de, yan kahveye on tane çay götürmüş adam. hani tamam biz reziliz de, "kahve" deniyor telefonda. bir kahve neden başka bir çay ocağından çay sipariş etsin yani. dayının bunu akıl edemeyip çayları götürmesi sözün bittiği yer zaten. tabi biz götürdüğünü şöyle öğrendik, aynı günün çıkışında bize; "yaaaauw oglim bugün beni aradileeer, çay istediler. kandırmışlar haaa" diye söyleniyordu. bol bol sövdü işletenlerin arkasından, sanırım düzenli müşterisi olduğumuz için bizden şüphelenmedi. zaten ekipçe herkes müthiş ses değiştiriyordu. biz de dayıya eşlik ederek, işletenler her kimse ağır ağır küfürler edince dayı biraz keyiflenmişti. eee kendimize sövmeye gelince de biz yani.
bir diğer çay ocağı ise, sabahları okula giderken fethiye caddesi'nin ara sokaklarından birisindeki "mahzen" isimli mekandı. bütün tayfa oturmuş sigara içiyordu. burada takıldığım tayfa da başkaydı. ben ikili oynayan birisi olduğum için, sabahları da bu ekibin yanına takılıyordum. mahzen'in çayı güzeldi bu arada. çok öğrenci geldiği için de über pahalı da değildi. zaten o dönem pahalı-ucuz kavramı ne fark edecekse artık. ya elli kuruş, ya yetmiş beş kuruş. yani bir liraysa pahalı derdik. mahzen'deki ekip daha nerd bir ekipti. ayrıca kızlar da sabah sigaralarını orada içerdi çoğu zaman. o yüzden bol bol utangaç kakara kikiriler olurdu. ben de sahtekar moduyla takılırdım.
bir başka çay ocağı mekanım da, son sınıfta dershaneye giderken, peynirci babanın önündeki mekandı. süleyman diye bir ağabey işletiyordu. sonra o süleyman ağabey iki sene sonra ölmüş mesela. biraz cızz diye üzülmüştüm. iyi adamdı, beleş çok çay ikram etmişti. ha ben sonradan verirdim parasını ama önemli değil çekerdi yani. o zamanlar niyeyse o çay ocağında bekleme sekanslarım oluyordu. tek kalmıyordum hiç tabi ama bir şekilde beklemem gerekiyordu. çaysız bırakmazdı. daha da işlek bir yerdeydi tabi. bütün geleni geçeni görüyordun. izmit'in delileri olsun, sofistike manyakları olsun herkes de takılırdı oraya. inanılmaz hikayeler dinliyordum. ayrıca ganyan fanatikleri de bülteni açmış, günün kuponunu dolduruyordu. ben de kolpadan taktik verirdim oynayana, atın ismi güzelse ona oyna derdim ama altını tamamen yalan dolanla doldururdum. inanıp oynarlardı. belki tutturan olmuştur bilemiyorum..
üniversite'ye geçtiğim yaz çay ocağı işlettim derince'de. ama öyle böyle değil he nezih mekandı. belediye başkanı uğruyordu. karşıda cami vardı. her namaz çıkışı bir iki yaşlı yapışıyordu mekana. öyle okey batak falan çevrilmiyordu, kahvehane değildi yani. kafe de değildi, ama bir çay ocağı gibi de değildi. bilemiyorum ufak çaplı bir mekandı. çok çok güzel işletmiştim orayı. kapatmasalardı takılırdım yine. tek tepsiye 22 bardak çay koyup dağıtma rekorum var. yaaani işin erbabı olanlar için hiçbir şeydir belki ama günden güne geliştirmeye çalıştığım bir şeydi. ilk başlarda o tek bardağı bile zor taşırdım, sallanır dökülürdü. zamanla kapmıştım çaycılık işini de. sabah altıda gelip koca makinede çay demleme işini de iyi bilirdik yani. en güzel yanı da, yepyeni demlediğin çaydan bir bardak doldurup bir köşede sigarayla götürmek... baya zevkliydi o iş ya. nerelere gittik yine...
ilerleyen senelerde de çay ocaklarında takıldım ama öyle sürekli gittiğim bir yer olmadı. ancak boş vaktim varsa, dışarıdaysam ilk gördüğüm yere otururum. yani mıknatıs gibi çekiyor beni öyle mekanlar. kafe falan gibi değil, o yeşil örtü olacak. daracık bir yerde olacak falan. öylesi makbuldur yani. çay ocağı işini çok severim. anlamlıdır, hayatın bir parçasıdır kesinlikle. bu da aklımdaki başka bir meseleydi işte.
Yorumlar
Yorum Gönder