dosya : dikili

     dikili derken hani bu izmir'deki dikiliyi kast etmiyorum. kocaeli'de, kandıra ilçesinin sahil kenarında olan dikili'den bahsediyorum. mevcut durumunu bilmiyorum ama, o dönemler için bir kefken, kumcağız veya kerpe olamamıştı. oraya çok sık giderdik çünkü teyzemlerin üç hatta dört katlı bir yazlığı vardı. yazları da orada olurlardı genelde. annem de heves işleri falan günübirlik de olsa gitmek isterdi.

    dayım götürürdü bizi genellikle ama babam da birkaç sefer götürmüştü. hatta bir keresinde koca otobüsle götürmüştü herkesi. orada da bizi rezil ederdi zaten. inanılmaz bir adam gerçekten, hiçbir ortama uyum sağlayamaz ve patavatsız tavırlar sergilerdi. neyse konu bu değil tabi ki, benim aklıma gelen hatırlamadığım bir senenin yazında annemle kaldığımız o dört gün. 

    teyzem, en ufak oğlunu evin hemen yakınındaki sahilde kalp krizi sonucu kaybetmişti. 18 yaşında falandı sanırım üzerinden epey zaman geçti. erken ve trajik bir ölümdü. alkolik eniştem, öyle bir dramın içine düşmüştü ki, o günden sonra alkolü hatta sigarayı falan bırakıp namaza başlamıştı. bugün de hala aynı şekilde devam ediyor hayatına ancak küfürü bırakabilmiş değil. o eniştemi severim açıkçası, inanılmaz huysuz ama işe yarar bir adam. son dönemlerde biraz hasta ancak iyileşmesini umuyorum. teyzeme sorsak ölmesi daha güzel bir seçenek olur ancak yine de adamın bana hiç zararını görmedim. hatta annemi de çok sever ve saygı duyardı. o kaldığımız dört günde de bir gram olsun nezaketsiz bir şey yapmamıştı hele ki böylesine kaba bir adam. işte teyzemle eniştem, çocukları o denizde boğulduktan sonra bir süre gitmemişlerdi o yazlığa. normaldir, acı doludur hatta çok zordur. elbette zaman çok acımasız, bir gün geldi ve tekrar gitmeye başladılar. 

    ev çok güzeldi. denize sıfır diyebileceğimiz kadar bir mesafesi vardı. dümdüz bir kum birikintilerini geçince kocaman sahille buluşuyordun. dikili biraz daha az rağbet gören bir yer olduğu için o günlerde bomboştu. gelen, denize giren, eğlenen insanlar vardı ama bir alan yoktu. herkes kendi keyfine göre takılıyordu. yani bir bakkal bile yoktu yakınlarda, o yüzden herkes eli dolu gelirdi. bizim zaten ev yakın olduğu için öyle dümdüz yüzüp gelme işi oluyordu. yüzmeyi orada öğrenmiştim. evin en en alt katı bir bahçe gibiydi ve sanki başka bir ev vardı. eniştem orayı kiraya verirdi günübirlikçilere, öyle kazıklamazdı milleti. boş duracağına, üç beş girsin hesabı olurdu. farklı farklı insanlar gelirdi, teyzem de hep iyi niyetli davranırdı böyle insanlara. evin girişindeki çeşmeden uzanan hortum, ve denizden her geldiğimizde ayaklarımızdaki kumu yok etmek için üzerimize tutmamızı da unutmuyorum. 

    annemle kaldığımız dört gün, sanırım benim hayatımdaki tek tatilimsiydi. tabi bu tatilden kastımız denize gidip gelmekse evet. onun dışında öyle sinmiş oturuyordum bütün gün. üstüne  arkadaş falan da yoktu, hem de denize tek başına da girmek sıkıcıydı. en üst katta yatıyordum. bir tane dürbünleri vardı, o deli gibi esen terastan denize dürbünle bakmak çok güzel bir histi. böyle bugün olsa, orada ne keyif yapardım anlatamam. keyifçilik huyum yoktu o dönemler tabi naparsın...eniştem gece yarıları tekneyle balık tutmaya giderdi. bir kez peşinden gittim. inanılmaz soğuk bir geceydi. öyle balık tutmayı falan öğretmedi bana o gece. kendisi tuttu yakaladı, ertesi gün pişirdik. yine de motorlu bir tekne ile dolaşma işi heyecanlıydı. keşke ışık daha fazla olsaydı. denizde falan kapkaranlıktı yani. düşsem falan adam da bulamazdı beni. öyle sıkı sıkı tutunmuştum oturduğum yere.

    internet kafe vardı yakınlarda. o dönem için saatliği 75 kuruş 1 lira falandı sanırım. orada ise 4 liraydı...aman allahım ne korkunç. zaten hiç param yok. eniştem beş lira vermişti, hemen gidip yok etmiştim o internet kafede. zaten aşırı yavaştı ve bomboş geçirmiştim. evde olsaydım, 5 saat gidecek olurdum. resmen enayilik yaşamıştım. üstelik eve dönmeye daha vardı. yine de krize girmiş gibi koşa koşa internet açlığımı bastırdığımı hissetmiştim. böyle evin bir tarafı denize sıfır, diğer tarafı da köyümsü bir yere çıkıyor. bol bol topraklı yollar falan hani. evler lüks sayılabilecek durumdaydı, böyle gurbetçi tayfanın senede 10 gün falan uğradığı yazlıklar vardı. bu yerleşimin tam girişinde de; "onur pansiyon" vardı. sahibi her gün önünde oturuyordu, güneş gözlüklerini takmış izliyordu etrafı. gerçekten o yaşta bile dolandırıcı vibe almıştım. sote yer tabi, odaları ucuza satsa geri kalanları pahalıya satardı. nihayetinde oradaki tek bakkalımsı da oydu. eniştem bu şahsın arkasından küfürlü ifadeler kullanıyordu, bir şey lazımsa motoruna atlayıp başka bir yerden görüyordu işini. yine de o dönemki günübirlik tatilcileri iyi dolandırmış gibi bakışları vardı onur pansiyonun. 

    gözlerimi kıstığımda, o sahilin tenhalığı geliyor önüme. yani yaz mevsiminde günün belirli saatlerinde bomboş olan bir plaj. gerçekten bugün düşününce aklıma yatmıyor bile. hiç yoktan bir iki tane algida şemsiyesi bekler insan. böyle evden ani kararla çıksam, koşa koşa sahile gitsem tek başıma hükmedecektim o kocaman sahile. bu dört gün, annem için iyi olmuştu. babamın iğrenç hayatından uzaklaşmıştı, kardeşiyle vakit geçirmişti. benim de ortamlarda satacak; "tatile gittim" hikayem olmuştu. gün geldi ve evimize döndük. 

    daha sonra da gittik oraya ama böyle bir durum yoktu. annem öldükten sonra bir kez daha gitmiştim. hiç tatil modunda değildim. yine de her zaman biliyordum ki, terasta bir odam hazırdı. sonra teyzem bu çok katlı evde zorlanmaya başladı, yaşlılık vs. merdivenleri çıkamadığından şikayetçiydi. daha sonra bu evi sattılar. böylece dikili defteri de kapanmış oldu. aslında benim kafadaki esas hayallerden biri öyle bir evdi. kim bilir? belki bir gün... o evi, orayı ve o ortamı unutmuyorum. hatırlanmaya değer bir yerleşkeydi. en azından el değmemişti. 

    bu da aklımdaki başka bir meseleydi...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

dosya : ipek

dosya : uygur kardeşler

dosya : gravity falls