dosya : florence welch

     en çok sevdiğim şarkıcıdan bahsedeceğim şimdi de. kendisine gerçekten ciddi anlamda bir hayranlığım vardır. bütün şarkılarını dinlemiş, hala daha çok sık şekilde dinlemekteyim. bugün bile bazı parçaları bana  ilham veriyor. sıkıştığım zamanlarda, bazı parçalarını daha anlayarak dinleyince kendimde güç bulduğumu düşünüyorum. 

    florence welch... adı bile bir melodi gibi, değil mi? gerçi çıkardığı şarkılardaki isim; "florence + the machine". bu işi bir solo kariyer olarak değil de ekip işi olarak görüyor. eğer onun müziğiyle tanışırsan, hayatında bir şeylerin değiştiğini hissetmişsindir. florence, sadece bir şarkıcı değil; onun sesi, beni kendimle yüzleştiren, bazen karanlıklarımla barışmamı sağlayan bir güç. o, kelimelerin ve notaların birleşiminden bir evren yaratıyor, beni de her seferinde bu evrenin içine çekiştiriyor.

    florence welch'in hikayesi, onun müziği gibi derin ve çarpıcı. genç yaşta sanata olan ilgisiyle dikkat çeken florence, içindeki kaosu ve tutkusunu müzikle ifade etmeye başladı. londra'da büyümüş olması, onun sanatsal ruhuna pek çok renk katmış. sokakların, galerilerin, eski kitapçıların ve yağmurun izlerini müziğinde hissetmek mümkün. bu zenginlik, şarkılarında hem bir ağırlık hem de bir hafiflik yaratıyor. elbette florence'in hayatında her şey hep kolay olmamış. onun da kendine ait savaşları vardı. bir röportajında, müzik yapmanın ve sahneye çıkmanın aslında kendisini iyileştirme sürecinin bir parçası olduğunu söylemişti. onun şarkılarını dinlerken bunu zaten hissediyorum; her sözde, her melodide bir iç hesaplaşma var. özellikle "how big, how blue, how beautiful" albümünde bunu derinden hissediyorum. albümün ana teması, kayıp olmak ve iyileşmek üzerine. ve florence, acıyı anlatırken bile öyle bir zarafetle yapıyor ki, bu acıyı paylaşmak bir onur gibi geliyor. ayrıca bu albümün şarkılarını sanki bir film çeker gibi kliplemişti. şarkıları dinleyeceğim ayağına resmen kısa çaplı bir film izliyor gibi hallere sürüklüyor beni.

    bir keresinde, "ship to wreck" şarkısını yazarken, kendi kendini sabote etme duygusunu nasıl bir metafora dönüştürdüğünü anlatmıştı. bu şarkı, benim için onun en çarpıcı eserlerinden biri. gemiyi inşa eden de biziz, batıran da. ama florence, bu döngüyü öyle bir estetikle anlatıyor ki, hatalarımızın bile bir güzelliği olduğunu fark ediyoruz. özellikle son dönemlerde, kendi gemimi gerçekten bir hiç uğruna inşa edip etmediğimi çok sorguladım. hatalar hep olacaktır, büyük hatalar da. belki her şeyi de mahvetmişimdir. yine de geminin ayakta olduğunu görüp de, gözgöre göre bunu seyretmek bana korkakça gelmeye başladı. her şeyi düzeltemem ama çabalayabilirim. belki de günün sonunda kendimi aklayabilirim. neden olmasın? olmazsa da kaybedecek neyim kaldı bu hayatta diye düşünür dururum. 

    onun sahne performanslarına gelecek olursak, işte orada başka bir evreye geçiyoruz. florence sahnede adeta bir tanrıça gibi. çiçeklerle bezeli elbiseleri, çıplak ayakları ve dans ederkenki o kendinden geçmiş hali... sanki sadece sahnede değil, başka bir boyutta yaşıyor. onun enerjisi, seyirciye öyle güçlü bir şekilde yansıyor ki, o anın bir parçası olmaktan başka bir şey düşünemiyorsunuz. tabii florence'i sadece sahneye çıkan bir sanatçı olarak görmek haksızlık olur. o, aynı zamanda bir şair. kelimeleri öyle bir ustalıkla kullanıyor ki, her şarkısı bir şiir gibi. bu yüzden onun müziği sadece kulaklarımıza değil, ruhumuza da hitap ediyor. onun sözlerinde, kendi hikayemizi bulabiliyoruz. belki bir ayrılığı, belki bir başlangıcı, belki de kendimize duyduğumuz sevgiyi...zaten şiirlerini her zaman paylaşır, bunu bir şarkıya evirmek de onun bileceği iş olarak kalıyor. 

    florence welch, benim için bir ilham kaynağı. onun müziği, bana hem güçlü hem de kırılgan olmanın aynı anda mümkün olduğunu öğretti. 

    elbette yaşı ilerledikçe müziğinin teması da daha ciddiyetleşti. o eski enerjisinden ziyade biraz daha anlam kaygısına düştüğünü düşünüyorum. bazı bağımlılıkları geride bıraktı, daha naturel bir insan olmayı seçti. o çılgın genç kız, bugünlerde artık yaşlandığını çok belli ediyor. farklılık kaygısını da sürdürdüğü için ister istemez, her yaptığı şey her durumda hitap edemiyor. belki eski günlerin hatırına yine bir ilüzyon misali yaptığı her şeyi tüketiyorum, ancak bu da gördüğüm bir gerçek...

    bir youtube videosunda, plaklar hakkında konuşurken önüne gelen, "selda bağcan" plağını görüp çocuk gibi sevindiği ve gıyabında; "it's zelda" dediği an öyle hoşuma gitmişti ki anlatamam. kendisi benim ülkem hakkında bir şeyler biliyor olsa gerek! 

    ve şunu da eklemek istiyorum: eğer bir gün onunla tanışma şansım olsaydı, ona sadece şunu söylemek isterdim: "senin müziğin beni daha iyi bir insan yaptı." belki son demlerinde bir konserine denk gelirim. hala daha enerik olacağını çok iyi biliyorum. sana bin defa selam olsun florence hanım! bu da aklımdaki bambaşka bir şeydi işte.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

dosya : ipek

dosya : uygur kardeşler

dosya : gravity falls