dosya : mikro öykü
aslında bu meseleyi biraz şans eseri öğrendim ama inanılmaz hoşuma gitti. iyi bir hikaye yazarı ya da öykü yazarı asla olamadım. buna çok heveslendim, denedim falan falan ama bence o kadar iyi değilim. belki ilerleyen zamanlarda bu konuda kendimi geliştiririm. mikro öykü dediğimiz olay, az kelimeyle çok şey anlatmak gibi bir şey aslında. günümüzdeki bu kısa içerik tüketiciliğine de uygun bir yandan. yani olabildiğince kısa şeylerle, bir öykü veya hikaye anlatmak gibi düşünmek lazım. bununla alakalı biraz kafamda denemeler yaptım son zamanlarda.
mikro öykü'ye öyle klasik tanımlar çekebiliriz, ancak ben şunu tercih ediyorum; "az kelimeyle kocaman dünyalar kurmak". mikro öykü yazmak, bazıları için kelime tasarrufu gibi görülse de aslında o az kelimeye bir dünyayı sığdırma sanatı. tıpkı deskte random insalarla ettiğim bir kaç dakikalık sohbet gibi, bazen beklenmedik derecede yoğun, bazen de anlamı yüzeyde bir yerde saklı. beklemediğin bir anda değişik bir şey öğrenip çıkabiliyorsun. ya da, uzun uzun satırlar okuyup anlamayacağın şeyler aniden seni vurabiliyor. tabi yazana ve yazılana da bakmak lazım. bence kafayı zorlayan ve baya yaratıcı olmaya iten bir şey.
tarihsel olarak, en meşhur bir mikro öykü örneğiyle başlayalım: ernest hemingway’in sadece altı kelimeden oluşan öyküsü: “baby shoes. never worn. for sale.” ehehe türkçesini yazayım tamam: "satılık bebek ayakkabıları, hiç giyilmemiş!" bu kadar az kelimeyle bir trajediyi, hayalleri ve kaybı aktarabilmek bir ustalık. hemingway'in bu altı kelimesi, mikro öykülerin en bilinen örneğidir, çünkü hem bir hikâyeyi tamamlıyor hem de okuyucunun hayal gücünü harekete geçiriyor. ben biraz etkilenmiştim açıkçası ilk gördüğümde, gerçekten şunu düşünüp yazabilmek de başka bir meziyet olsa gerek.
tarihten diğer örnekler de mikro öykünün köklerini daha iyi açıklamama yardımcı olabilir. japon edebiyatında haiku, belki de mikro öykülerin uzak bir kuzeni sayılabilir. matsuo basho’nun bir haikusunu şöyle aktarayım: “eski gölette / bir kurbağa sıçrar / su sesi”. bu haiku, sadece bir anı betimler gibi görünse de, aslında zamanın geçiciliğini ve doğanın dinginliğini anlatır. mikro öyküler de bu çıplak sadeliği taşır.
daha modern bir örneğini franz kafka’nın “bir akademiye rapor” ya da orijin ismiyle “ein bericht für eine akademie” öyküsünde bulabiliriz. bu eser kısa bir öykü olmasına rağmen, bir maymunun insanlaşma hikâyesini, toplumsal eleştirilerle yoğun şekilde işler. kafka’nın minimal dil kullanımı, derin bir mesaj bırakma yeteneğini gösterir. böyle de araştırıp gelmişim işte...
mikro öykülerin cazibesini anlamak için belki de resim sanatına bakabiliriz. bir ressam, dev bir tuvale kocaman bir manzara çizebilir. ama bazen bir minyatür, o manzaradan daha fazlasını anlatarak izleyiciyi etkileyebilir. mikro öykü, şiir ve hikâyenin tam ortasında, çok katmanlı ve genelde derin bir duygusal yankı bırakan bir forma sahip.
ben de bu meseleyle biraz uğraştım.. bir iki tane kendi yazdığım mikro öykü örneği çakıp bu konuyu da ölümsüzleştirmek istiyorum. gerçekten bir şeyler üretebileceğime inandığım bir konu başlığı olduğu için kafamın tam merkezinde bir yerlerde yayılıp kalmış durumda çünkü.
"odasına sabah kahvaltısı gönderdik; tabaklar hiç dokunulmadan geri geldi."
"misafir, "teşekkür ederim," deyip elimi sıktı; parmaklarımda bir kart unutmuştu."
"giriş yaptıktan sonra saatlerce lobide oturdu; odasına çıkmadı, sadece bekledi."
"yaşlı kadın, boş çerçeveye bakıp gülümsedi; artık hatırlamak için bir fotoğrafa ihtiyacı yoktu."
"tuvale boya damlamıştı, ancak boya kutusunun kapağı hala kapalıydı."
"mürekkebi biten kalem yerde kaldı."
gibi gibi böyle çok basit şeyler yazdım... bu alanda böyle gerçekten über bir şey yapmak için bazen düşünüyorum. bana da iş çıktı.. bakalım iyi bir mikro öykücü olabilir miyim zaman gösterecek... yine de bence gelecekte biraz daha anlamlı hale geleceğini düşünüyorum bu türün. insanların reels videoları izlemesi gibi bir şey gibi geliyor bana.. bu da aklımdaki başka bir konuydu.
Yorumlar
Yorum Gönder