dosya : robinson crouse

    düşünün bir, koca bir okyanusun ortasında yalnız bir adam. robinson crouse, özellikle benim ve birçok kişinin hayalini kurduğu özgürlüğün ve aynı zamanda en büyük korkularımızdan biri olan yalnızlığın ete kemiğe bürünmüş hali. onun adasını düşündüğümüzde, dalgaların şarkı söylediği sahiller, rüzgarın ağaçlarda dans ettiği ormanlar gelir aklımıza. ama her şey o kadar masalsı değildir; adada hayatta kalmak, aynı zamanda bir savaşın adıdır.

    robinson crouse, modern insanın doğadan kopuk yaşamına bir ayna tutar. o ada, aslında hepimizin içinde bir yerde saklanan o küçük yalnızlıktır. robinson’un ağaç dallarından yaptığı barınağı, bir zamanlar kırık dökük umutlarla kurduğumuz hayallerime benzetiyorum şimdilerde. her dal, her yaprak, onun azmi kadar bir yerlerde benim de hayatta kalmamı anlatabilirdi. yalnız bir ada, insanın kendisiyle baş başa kaldığında yüzleşmek zorunda olduğu gerçeklerle doludur. robinson, adasında yalnızca açlık ve tehlikeyle değil, aynı zamanda kendi içindeki karanlıkla da mücadele eder. bu mücadele, bir nevi insanın kendi ruhuna tuttuğu bir fenerdir. bazen aydınlık bazen de gölge düşer yüzüne. ama her defasında bir şey öğrenir insan: kendine yetmek, aslında dış dünyadan kopmak değil, içindeki gücü keşfetmektir.

    bir gün cuma isimli bir vatandaş gelir. robinson’un dünyasına, yalnızlığının sınırlarına dokunan bir başkası. işte o an, hikaye bambaşka bir yöne evrilir. cuma efendi, yalnızlıkta kaybolan insanın yeniden bir köprü kurma çabasıdır. bu, modern hayatta sürekli çevremizde insanlar olsa da gerçekten bağ kuramadığımız o "kalabalık yalnızlığımıza" bir cevap gibidir. robinson crouse’un hikayesi, bir adanın sınırlarını çoktan aşmıştır. o ada, her birimizin içinde sakladığı bir labirenttir. her okuduğumda, yeni bir yol keşfetmişimdir kendi ruhumda. onun dalgalarla konuştuğu gibi, ben de kendimle konuşurum. ve belki de en sonunda anlarız: yalnızlık, bazen kaybolmak için değil, kendimizi bulmak içindir.

    bütün bu anlatımların yanında ayrıca farklı hislerim de vardır malum şahıs için. hikayenin başında biraz aylak bir macera döner. yine de bu maceralardan öğrendiği şeyler vardır. günü geldiğinde işe yaraması ironik kalır. aslında bu blogun da genel mantığı öyle olduğu için tanıdık geliyor. herhangi bir yerde edinilen öğretinin, hayatın bambaşka bir yerinde işe yaraması mantığı. ben de buraya belli belirsiz bir sürü şey yazıyor/yazacağım, belki bir gün bu yazdıklarımdan herhangi bir şey işime yarayacak. bunu bilemezsin... 

    hikaye'de bir başka sevdiğim kısım, batan gemiden malları adaya getirme kısmıdır. anlatım çok güzeldir, birkaç gün boyunca yüzerek gidilir o gemi enkazına, her gidişte doldurabildiği kadar doldurur ceplerini, ellerini veya kollarını. her gittiğinde yeni bir şey gördüğünü hissederiz. aralardan çıkan eşyalar o kadar çok işe yarar gözükür ki, çocuk gibi mutlu olur robinson. düştüğü tehlikeli durumun, umut dolu tarafıdır bu gemiye olan gitgelleri. okurken birkaç kelime sürer tabi, ama gerçekte kocaman bir gün süren maceradır. kendine ıssız bir adada envanter dizebiliyorsun. o edindiği eşyalar da bir gün işe yarıyor, tıpkı geçmişinde öğrendiği yetenekleri gibi. 

    bir adada, sürprizlerle dolu bir envanterle hayatta kalma teması hep ilgi çekmiştir. zor bir mücadeledir, kendi isteğinle yaparsan yapay olur. hayat seni bir şekilde bunun içine atar ve oynamaya zorlarsa bir yandan şanslı, bir yandan da lanetli bir durumun içinde bulursun kendini. hayal etmesi ise güzel bir şeydir nihayetinde. çok küçükken okuduğum bu kitap hala benimi için değerlidir. bu da aklımdaki başka bir meseleydi.

    

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

dosya : ipek

dosya : gravity falls

dosya : it crowd