dosya : 32.gün
kuşkusuz benim için çok kıyak bir program. aslında programdan ziyade, bu ekibin hazırladığı belgeseller desem daha doğru olur. türk siyasi tarihine biraz hakim olmak istemem sonucu içine düştüğüm çukurdan hala daha çıkabilmiş değilim. elbette sayın birand'ın yaptığı günlük programlar da harikaydı 32.gün özelinde. kuşkusuz efsaneleşen, "alçak puşttt" söylemli programı var. mesela öcalan ile röportaj bölümü var... o günler için epey kritik bir gazetecilik örneği.. ya da bugün bile ülkede birisi ölse, veya bir gündem oluşsa tak diye arşivinden bununla alakalı bir şey çıkarılabilmesi büyük başarı. umur birand, babasının izinden gitme işini çok yanlış anlamış sanırım, pek kasmadan arşivdeki belgeselleri youtube'a yüklemekle meşgul ama mehmet ali birand gerçekten zamanında sağlam iş çıkarmış diyebilirim.
ben bu belgesel tarzının kurgusunu hala daha yapıyorum. özellikle can hoca'ya ara ara yaptığım parodiler artık baysa da, benim hoşuma gittiği sürece bir sorun göremiyorum. bazen darbeci yapıyorum kendimi, bazen de devrik lider. parodilerim çok değişkenlik gösteriyor... tabi harika birand sesim ve belgesellerden arakladığım müziklerle benzer tadı verebiliyorum.. aslında bu konseptin nasıl yapıldığını da çözmüş bulunuyorum. her bölümün başında, belgeseli tanıtan cümleler kurulur, ardından olay anlatılmaya başlanır, arkadan duruma göre müzik verilir ve konuklar konuşturulur. böyle yazarken çok basit gözüktü ama, bunları doğru zamanda doğru şekilde kullanmak önemli zaten. yoksa dümdüz metini herkes okurdu. iş kurguda ve anlatımda bitiyor...
türk televizyonculuğunun en özel projelerinden biri: 32.gün belgeselleri. mehmet ali birand ve ekibinin, gazetecilik ile belgeselciliği bambaşka bir noktaya taşıdığı bir serüven. siyasetten toplumsal olaylara, darbelerden ekonomik krizlere kadar her şeyi derinlemesine ele alan, cesur sorular soran ve gerçeği arayan bir yapım. 32.gün sadece bir haber programı değildi. o, tarih yazan bir gazetecilik anlayışının ekrana yansımasıydı. her bölümü bir belge niteliğindeydi. çünkü anlık haberin ötesine geçip olayların arkasındaki nedenleri, aktörlerini ve sonuçlarını detaylıca inceliyordu. bugün bile, arşivine döndüğünüzde dünden bugünü anlamanızı sağlayacak bölümler bulabilirsiniz. yani millet akademik makale yazarken falan cayır cayır kaynak gösteriyor bu yapımları....
ilk olarak "sarı zeybek" belgesini hatırlıyorum. gerçi bunun yapımcısı sayın birand mı emin değilim... can dündar'ın hafızalara kazınan sesiyle olan çok muhteşem belgesel. eskiden okullarda böyle şeyler olurdu mesela.. ufak ufak kemalist rejim tohumlarını yüklerlerdi beyimizde. ben bir mal olduğum için, o dönemler yeterince anlayamamıştım meseleyi. bugün böyle değerli hazineleri çocuklara izlettiklerini sanmıyorum. can dündar orada harika bir iş çıkartmış. çocukken izlediğimde bile beni bir ruh haline sokan bu belgesel, yetişkin zamannda izlediğimde bu sefer hüzünlendirmişti... tabi dediğim gibi "sarı zeybek" ne kadar birand ile alakalı bilemiyorum. bildiğim şey ise, "demirkırat" belgeselinin başlangıcı gibi bir şey olduğuydu.
elimizde, "demirkırat", "12 mart", "12 eylül" ve "28 şubat" belgeselleri var. arada bir parazit misali; "özallı yıllar" da var ama o çok durağan geçiyor. bir de kıbrıs ile ilgili mini bir belgesel var. başta söylediğim bu dört belgesel inanılmaz boyutlarda.. sayın birand her bir belgeselin başında bir tanıtım cümlesi kurar. bu cümleler o kadar güzeldir ki, sanki nakış nakış işlenmiş gibidir. kaçıncı bölümü izlersen izle direkt moda sokuyordu beni. demirkırat ve 12 mart belgesellerinde, fahir atakoğlu'nun yaptığı müzikler cuk diye oturmuş oluyor. sonraki iki baba belgeselde daha evrensel müzikler seçmişler, bence yine başarılı ancak fahir hoca'nın dokunuşu da olsaymış tam olurmuş demeden duramıyor insan.
"demirkırat" belgeseli eşsiz bir yapımdır. kurgu olarak, ince ince süreci işleyiş olarak bambaşka bir tat bırakır ağızda... konsept taa o belgeselden beri aynı kalmış sanırım. birand arkada olayları süslü cümleler ile anlatıyor, müzik yerine göre kullanılıyor ve o dönemin şahitleri kendi ağızlarından o durum ile alakalı bir şeyler anlatıyor. özellikle, cemal madanoğlu'nun bizzat kendinden dinlemek çok değerli bazı işleri. hatta o kadar sürükleyici anlatıyor ki bazen sadece onun anlattıklarını hususi dinlemek için; bu röportajın derlendiği videolara bakar kalırım. haklı, haksız.. can hoca gibi bir taraf değilim asla! ancak olayın içindeki adam ne diyorsa, olay odur diye düşünmekteyim. elbette ismet inönü'nün damadı sayın metin toker'in tatlı anlatımları da ahenk içinde ilerlemiş belgesel ile. adam bütün olayı biliyormuş da, arada teyit alıyormuş gibi oluyorum. bir de sayın suphi kahraman'nın muazzam diksiyonuyla katıldığı bölmeler var... yani adnan menderes nasıl seçildi, nasıl yönetti, nasıl idam edildi? denklemlerini bir çırpıda yaşıyor geçiyoruz bu belgeselde...
sonra 12 mart belgeseli var. ana teması deniz gezmiş'in idamına uzanıyor ama ortada çok konu var. bazı şeylerin anlatımı o kadar güzel ki.. "urfalı bir genç..." mesela oradan iş abdullah öcalan'a bağlanıyor. ya da demirel'in mistik hamleleri falan var. bir yandan eski türkiye iliklerimize kadar öğrenilirken, bir yandan da siyasetin nabzına bakılıyor. her an her şeyin değişebileceği bir ortam sesi çok iyi anlatılıyor. belki aklımızın ucunda bir "muhtıra" olarak kalacak detay, bütün süreciyle tak tuk önümüze sunuluyor.
12 eylül belgeseli benim şahsi favorimdir. taraflı diyen var, aceleye gelmiş diyen var, kalitesiz diyen var... ancak diğer belgesellerin de ötesinde olaya tüm yönleriyle bakılan bir belgesel. nabızı yoklanabilecek her türlü alanda yoklamışlar. her sektörden, hayatın her kısmından insanlar çıkıyor karşımıza. benim genel kültürü x2 yapan bir yapımdır çok başka saygı duyarım.
28 şubat belgeseli ise, daha modernleşme çabasıyla yapılmış. olaylar daha detaylı. önceki belgesellerdeki gibi aylar, yıllar, yollar su gibi akmıyor. sanki gün gün ilerliyor gibi. elbette bu da doğru bir anlatı ama aksiyon önceki belgeseller kadar yok. bu yüzden de daha minimal olaylar ekseninde sıkışıp kalıyoruz.
sayın birand öldü tabi ki... biraz daha geç ölse mevcut iktidarla alakalı belgeselini de ayarlayacaktı ama ömrü yetmedi. umur birand'da o vizyon var mıdır bilmiyorum.. pek uğraşıyor gibi gelmiyor bana... ayrıca bu belgesel bence birand'ın sesiyle olmalıydı. yani olursa da bir şeyler eksik olacak gibime geliyor. yapay zeka gelişti, sesleri taklit edebiliyorlar tabi ama işte bir iç kaşıntısı.. ölümsüzlüğün mümkün olduğu bir paralel evrende sayın birand şu an çekiyordur bu belgeseli de... çok fazla olay var çünkü..
bu belgeselleri podcastlerini dinlerken minecraft oynamak çok başka bir duyguydu. ya da evin içinde 30 bin adım hedeflerimi denerken, taa sil baştan açıp fıtı fıtı dinlerken hem yürüyüp, hem zamanın geçmesini sağlamak... yine beni dünyadan uzaklaştıran bir aktivite idi. son zamanlarda pek alakadar olamadım ama hepsine sil baştan dalıp izlemem çok uzak değil gibime geliyor. bu kadar done olan bir ülke olması gerçekten garip... bütün dünyada vardır illa alengirli olaylar ama bizim ülkemizde gerçekten çok ilginç şeyler var. tesadüf görmüyorum her dönemin fırtınalı geçmesini... sayın birand da bu kokuyu alarak, bütün bu malzemeleri harika kullanmış tabi.
işin belgesel kısmıyla beraber, program boyutundan da bahsetmitşim. tam bir arşiv olmuş gibi her konuda bir şeyler var. o bölümlerde mesela. birand'ın anlatımı, ekrana sıkışıp kalan soğuk bir habercilikten çok uzaktı. samimi, akıcı ve etkileyiciydi. olayları sadece aktarmakla kalmıyor, izleyiciye onları yaşatıyordu. bu yüzden 32.gün, belgeselciliğin ve araştırmacı gazeteciliğin zirve noktalarından biri oldu. bugün eksikliği hissediliyor mu? fazlasıyla. çünkü artık habercilik hızla tüketilen bir içeriğe dönüşürken, 32.gün olayları anlamlandıran, sorgulatan ve iz bırakmayı başaran bir yapımdı.
peki, 32.gün’ü bu kadar eşsiz kılan neydi? birincisi, işleniş tarzıydı. birand ve ekibi, haberleri kuru bir şekilde aktarmak yerine olayları sahada araştırarak, tanıkları konuşturarak ve en önemlisi izleyiciye düşünme fırsatı vererek sunuyordu. haber sadece duyurulan bir şey değil, sorgulanması gereken bir olguydu. bu program, izleyiciyi pasif bir alıcıdan aktif bir düşünür haline getiriyordu. ikinci olarak, 32.gün'ün her bölümünün bir belgesele dönüşmesi, haberciliğin ne kadar derinlemesine yapılabileceğini gözler önüne seriyordu. sıradan bir bülten gibi olayları bir çırpıda sunup geçmek yerine, geçmişten gelen bağlantılarla olayların tüm boyutlarını ortaya koyuyordu. bazen bir olayın köklerini anlamak için yıllar öncesine gitmek gerekiyordu ve birand bunu cesurca yapıyordu. üçüncü olarak, birand ve ekibi, risk almaktan çekinmeyen gazetecilerdi. olayların yalnızca bir yönünü değil, tüm taraflarını ele alıyorlardı. kimi zaman bu, güç sahiplerini rahatsız ediyordu ama gerçek gazetecilik de zaten böyle bir şeydi. kamuoyunun gerçekleri öğrenmesi için verilen bu mücadele, 32.gün’ü unutulmaz kılan en büyük faktörlerden biriydi.
birand’ın anlatımı kadar, belgesellerde kullanılan arşiv görüntüleri ve sahadaki röportajlar da programın etkileyiciliğini artırıyordu. örneğin, türkiye’nin yakın tarihindeki askeri darbeleri ele alan bölümler, hem dönemin liderleriyle yapılan özel röportajlarla hem de darbe sürecinin bilinmeyen yönlerini açığa çıkaran belgelerle dopdoluydu. bu yüzden izleyiciler için 32.gün yalnızca bir haber kaynağı değil, aynı zamanda bir tarih dersi niteliğindeydi. yani kenan evren her seferinde demeç veriyordu birand'a... hatta erdoğan bile, ölümüne kadar birand'ın programlarına çıkıyordu. yani mistik bir adam.. herkesle arasının iyi olması korkutucu bir şey.
bir başka unutulmaz yönü de uluslararası boyutuydu. 32.gün yalnızca türkiye ile sınırlı kalmadı; dünya gündemini de yakından takip etti. ortadoğu'daki savaşlardan balkan krizlerine, avrupa'nın dönüşümünden amerika'nın politik hamlelerine kadar her konu derinlemesine işlendi. bu sayede türkiye’nin dünyadaki konumunu ve küresel olayların iç politikaya etkisini anlamak mümkün oluyordu.
bugün ise 32.gün gibi bir programın eksikliği fazlasıyla hissediliyor. haber programları artık hızla tüketilen, yüzeysel bilgiler sunan içeriklere dönüşmüş durumda. eskiden bir haberi anlamak için ona bağlam kazandırmak şarttı; şimdi ise haberler birkaç dakikada verilip geçiliyor. oysa 32.gün, haberin kendisini bir başlangıç noktası olarak ele alıp, arka planıyla birlikte sunuyordu. sanırım bütün arşivin şu anki sahibi umur birand youtube katıl paralarını yemekle meşgul.. ha hakkını yemeyelim. sayın doğu perinçek ile özel bölüm çekip; "babama kızgın mısınız? babam sizi oyuna mı getirdi?" gibi zıpır sorular sorması çok hoşuma gitmişti...
bu da aklımdaki bir başka meseleydi işte...
Yorumlar
Yorum Gönder