dosya : dayım
küçükken ara ara dayımların evine giderdik. aslında amaç annemin, anneannemi ziyaret etmesiydi. yani annesini görmeye gitmek isterdi, eh biz de peşinden giderdik. anneannem, dayımla birlikte oturuyordu. dolayısıyla dayımların evi oluyordu işte gittiğimiz yer. onun da kendi çapında bir ailesi vardı. hatırladığım kadarıyla dayımı hiç çalışırken görmedim. bir iş kazası sebebiyle malulen emekli olmuştu, genç diyebileceğimiz bir yaştan itibaren emekli maaşı alırdı, üstüne de anneannemin maaşını da aldığı için bir geçinme sorunu yoktu. zaten ev de kendilerinin idi. dedem dört çocuğuna eşit miktarda paylaştırmıştı ancak dayım oturuyordu ve anneanneme de bakıyordu bir nevi.
üç tane erkek evladı bebekken ölen bir çiftin artık son ümidi. sadece hayatta kalması bile büyük bir sevgi sebebi. erkek evlat! ablaları da çok seviyor, evin neşesi gibi bir şey. her yaptığı mazur görülmüş, serbest bırakılmış. gezmiş tozmuş hayatı da yaşamış. günü gelmiş evlen demişler evlenmiş. her şeyi iyi bildiğini düşünen, her konuda fikri olan bir insan. çocukken bir güvence misali, her zaman dağ gibi zannettiğin bir dayı..
dayımlara gitmek o günler için bir nevi nefes almak gibiydi. kendi evimizde gördüğüm o soğukluk, sessizlik ve anlamsız baskı yoktu. o evde gülünürdü, her şey konuşulabilirdi. kalabalık olunurdu. çay demlenir bir sürü insan kahkaha atardı. kahvaltıları da çok güzel geçerdi. kendi evimizdeki kasvetin yerini bir aile ortamı alıyordu. dayım ayrıca bizle de çok ilgilenirdi, kendi babamın sormadığı soruları sorardı. merak edilmek, ne yaptığının öğrenilmek istenilmesi iyi bir duyguydu ve dayıma anlatabiliyorduk. anlayışlı ve modern bir adamdı. futbol severdi, oyunları severdi, genel kültür vardı. her şey konuşulabiliyordu yani. bunların binde birini babamda görmediğim için de tatlı gelirdi. keza annem de orada daha mutluydu. evdeki inanılmaz kötü ortamın aksine oraya gittiğinde huzur buluyordu.
dayımın bu anlayışlı halleri her zaman onların evini bizim için bir çıkış kapısı, bir uğrama mekanı yapardı. mesela bayramlarda evlerindeki neşe çok güzeldi. elbette orada da sıkıldığım oluyordu ama her zaman bir şey buluyordum. sonraları annem hastalandı. çok ciddi bir rahatsızlığı vardı ve ameliyat olması gerekiyordu. ameliyat sonrası da bakım gerekiyordu. o günler için annem ile dayım ilgilendi baştan aşağı. hastanelere o götürdü, ameliyat masraflarını o karşıladı ve ameliyat sonrası bakımını da yengeme yaptırdı. gerçekten bir vefa örneği gösteriyordu. babam ise hiç müdahil olmuyordu bu sürece. cebinden beş kuruş çıkmıyordu adeta. biz de annemin dayımlarda kaldığı süreçte, her hafta sonu onlara gidip kalıyorduk. babam da haftada bir uğrardı ve ellerinde market poşeti ile gelirdi. dayım bu davranıştan pek hoşlanmazdı. kendi evine alışverişi kendisi yapıyordu zaten, illa bir destek olunacaksa bunu direkt para yönüyle yapmasını isterdi. tabi nezaket kuralları gereği bunu babama hiç söylemezdi.
o süreç bittikten sonra tekrar bir beyin tümörü çıktı. yine aynı olaylar tekrarlandı. aynı şeyleri an ve an yaşamıştık sanki. değişen tek şey yıldı sanırım. sonrasında bir kez daha tümör çıktı. kötü huyluydu ve beklenen bir şeydi zaten. üçüncü ameliyat kararı alındıktan sonra -tabi ben veya bir başkası bunu o gün için bilmiyordu- dayım annemi bir hamburgerciye götürmüş. annem de her ameliyattan sonra bir çocuğa dönüşüyor, bütün hareket kabiliyetini kaybediyor zamanla biraz biraz kendine geliyordu zaten. eh tam iyileşmeden yeni bir ameliyat da bunu olumsuz etkiliyordu. anneme o hamburgercide kelime kelimesine şunları söylemiş; "bak kocan seninle ilgilenmiyor. zor durumdasın, ben olmasam ameliyat olamayacaksın. sen şu evdeki payını bana ver. ben de senin ameliyat masraflarını yine karşılayayım. ayrıca sana bir şey olursa çocuklarının da her zaman gidecek bir yeri olur." bunları söyledikten sonra da çaresiz annem, bizi düşünerek kabul etmiş. çünkü gerçekten babamdan bir hayır gelmeyeceği aşikardı. bunu kendi de biliyordu. devir işlemini bizim haberimiz olmadan gerçekleştirdikten sonra üçüncü ameliyatına girdi. yine aynı süreçler, ama bu sefer bir farklılık var. bizim her hafta sonu onların evine gelmemize sıcak bakmadılar. yeterince büyüdüğümüzü, kendi kendimize bakabileceğimizi ve hasta bakılan bir evde fazla kalabalık olduğunu söylediler. bunu anlayışla karşıladık. yine her hafta annemizi görmeye gidiyorduk ama kalmıyorduk. biraz daha kısa bir uğrama idi bu. babamın uğrama aralıklarıysa 15 gün civarını buluyordu.
iyileşme süreci devam ederken, hatta annem artık evine dönecekken. patoloji raporu sonrasında bir konu ortaya çıktı. annemin bir radyoterapi sürecine girmesi gerekiyormuş. 30 günlük bir süreç ve tepedeki üniversite hastanesinde olacakmış. tabi bu konuda bizim bir şüphemiz yok. dayımların evi zaten üniversiteye yakın. tek otobüsle gidip gelinebiliyor. beklemediğimiz olay ise sonraki günlerde yaşandı. o zamanlar izmit çarşıda simit sarayında çalışan abimi ziyaret etmiş dayım eşiyle beraber. bu sefer de bu cümleleri söylemiş; "şeyy oğlum. benim iki tane kızım var. kendimi boşver, bizden geçti artık. ama bu radyoterapi işinde çok fazla radyasyon var. eğer bizde kalırsa çocuklarıma bir şey olacak diye korkuyorum. siz idare etseniz bu süreci olur mu?" demiş. yani ufak ufak salma işi başlamıştı dayım cephesinde. annemden alacağı bir şey de kalmadığından olsa gerek, bundan sonrası onun için biraz yük haline gelmişti. bu konuşma ile sorumluluğu üstünden atıyordu. abim bunu gelip evde anlattığında, annemin hasta haliyle çok ağladığını ancak yine de kardeşi hakkında kötü bir şey söyletmediğini hatırlıyorum. zaten son güne kadar, sadece gözleriyle tepki verdiği durumlarda bile dayımın hakkında kötü konuşmamıza kızıyordu.
bu konuyu babam öğrendiğinde ise çok ilginç bir durum yaşandı. bütün bu süreçte hiçbir şey yapmayan, sadece ameliyat günleri gelip gözüken ve çok üzülüyormuş numarası yapan, hatta hastaneye gitmemek için evde hasta numarası çeken adam birdenbire bu işin fedaisi olmaya karar vermişti. ev konusu da bir şekilde öğrenince, kendince bir yapay düşmanlık başlatmıştı. buradan sonraki bütün süreçte dayıma bir düşmanlık yaptı. sürekli arkasından kötü konuşup, onu bize kötüledi. neyin ne olduğunu bilen insan için pek bir sorun değildi bu ama, hikayede babamı iyi, dayımı kötü zanneden bir sürü insan vardı. işin doğrusu ikisi de saf kötüydü zaten. her neyse, annem bizim evimizde, üniversitedeki hastaneye her akşam üç taşıt değiştirilerek, toplamda altı farklı taşıtla götürülüp getirildi. bunu genelde abim yaptı ama babam da birkaç akşam götürdü, elbette benim de götürdüğüm akşamlar oldu. üçümüzden birisi yanında refakatçi oluyorduk bu getirme götürmelerde. radyoterapiyi bir şekilde bitirdikten sonra, annem birkaç sene daha iyi oldu. tabi gelecek olanı, beklenen şeyi öngörüyorduk. bir gün tekrar bizi bulacaktı ama ne zaman bulacaktı onu bilmiyorduk. annem bu olaylardan, boşvermişliklerden dolayı dayıma hiç kızmadı, "biraz da kocası ilgilensin.." diyen anneanneme de kızmadı. yine onları doğru düzgün kuramadığı cümleleri ile aradı, evlerine gitti geldi. bizim için ise zor bir durumdu. eski tadı alamıyorduk. özellikle abimin içi çok buruktu. dayımla arasında bir bağ vardı, hal böyle olunca bu durum onu çok üzmüştü. o da kendi babasının ne mal olduğunu biliyordu, şimdi dayısı da denklemden çıkınca annem hakkında tek başına kaldığını düşünüyordu. evet babam radyoterapi sürecinde elini taşın altına koymuştu ama hasta bir kadını otobüslerle hastaneye taşımak pek mantıklı bir şey değildi. belki ucuz yoluydu ama, nelere nelere borçlanmış bir adamın bunun için borçlanması çok sıkıntı olmazdı herhalde. işin eziyetini annem çekmişti o süreçte.
artık son darbe olan dördüncü tümör çıktığında, dayım hiçbir olaya müdahil bile olmadı. "benden bu kadar" dedi açık şekilde. belki de yüzü yoktu, belki de annem umutsuz bir vakaydı bilemiyorum. babam için, "gerekirse arkadaşlarından borç alsın" diyerek pek üstünde durmamıştı bile. o ameliyattan sonra, hastaneye bile çok az uğradı dayım. anneme şirin gözükmesine gözüktü ama sürekli olarak kendi hayatı olduğunu, kendi ailesi olduğu vurgusunu yaptı bize. annemin dördüncü ameliyat süreci çok zor bir süreçti. her geçen gün daha da kötüye gitti. hastanelerden hiç kopamadık. gündüz okul, akşam hastaneydi. evde bir on beş gün kalsa, sonrasına yine hastanede alıyordu soluğu. anneannem yaşlı olduğu için imkan bulup gelemiyordu ama bir yandan ilgileniyordu, ancak dayım cephesi tamamen elini ayağını çekmişti. sonra da annem ölüp gitti... annem öldükten birkaç gün sonra dayımların evine uğramıştım. aslında anneme verdiği sözle alakalı bir şeyler vardı aklımda ama o sırada salonda yeni aldığı plazma televizyona ilişti gözüm. sinema keyfi yapıyorlardı ailecek, önüme bir pasta koydular. o an bir şey söylemenin yersiz olacağını düşündüm. sonrasında da uzun yıllar boyunca ne gördüm ne de konuştum.
dayım hakkında kafamda yaratılan o anlayışlı insan imajının kaybolması beni çok üzmüştü. onu gerçekten içten severdim. babam gibi düşünmüyorum o bizim evimizi çalmadı aslında, o sadece annemi kandırdı. biz zaten ona muhtaç olmazdık, en zor durumlara düştüm yine olmadım mesela ama anneme verdiği sözü tutmadı. bir gün bile bizi aramadı, ne halde olduğumuzu merak etmedi. sanki biz suçluymuşuz gibi bizden özür bekledi. bu konudan dolayı hissizim, eskiden içimde bir nefret vardı ama bunun hiçbir önemi yok. zaten bence bu konuda esas karar merci abimdir. anneme daha çok emek verdiğini düşünüyorum. dayımı affederse o affeder ben karışmazdım.
yakın zamanda anneannemi gördüm teyzemlerde. çok yaşlanmıştı. her an ölebileceğini hissettim. senelerdir her denk geldiğimizde dayımı görmem konusunda yalvarır dururdu bana. son gittiğimde onu bu kadar çökmüş görünce, belki yakında ölür diye korkaraktan son bir mutlu etmek istedim. zaten o günlerde o kadar kötü haldeydim ki, o kadar kötü hissediyordum ki ne geçmiş, ne başka bir şey gelmedi aklıma. yaşlı bir kadını mutlu edeyim düşüncesiyle, 10 sene uğramadığım dayımın evine uğradım. dayım inanılmaz sahte bir ağlama gösterisi yaptı, hiçbir şey hissetmedim. anneanneme baktım göz ucuyla, gözlerinin içi gülüyor ve doluyordu. sanırım o beni tatmin etti. dayımın söylediği; "hesaplaşalım, helalleşelim, her şeyi konuşalım, kus bana öfkeni.." sözlerine tepki bile göstermedim. söyleyeceğim bir şey varsa da söylemedim zaten. "abimle konuşacağın konular..." diyerek uzatmadım. öylece kalktım gittim. belki başka bir zaman olsaydı, gözümde çok büyüteceğim bir şey olurdu bu buluşma ama dedim ya kendi dertlerim çok ağır basıyordu. çok normal bir ziyaretti ve yaşandı bitti. bir daha ne zaman giderim bilmiyorum, büyük ihtimalle gitmem herhalde.
işte yaşamak, büyümek, senelerin geçmesi çok farklı bir hissiyat. çocukluk anılarımda sığınacak bir masal odası gibi gördüğüm ev, büyüme zamanlarımda hep bir kabustu benim için. uğruna pazarlıklar yapılan, çaresiz bir kadına şantaj yapmaya değecek daha sonrasında onu kandırabilecek kadar önemli bir ev miydi cidden? asla önemi yok. insanlar doğar, yaşar ve ölür. iki kardeşin böyle hesaplara girmesi bana hep saçma gelmiştir. evet herkes malı mülkü sever ama birini öbür dünyadan geri getiremezsin, hele kalbini kırdığın biri geri getirip af dileyemezsin. bilmiyorum bir vicdanı var mı? aklının içinde bunu hata olarak görüyor mu? tek bildiğim annem bunu hak etmeyecek bir kadındı. karşılığında hiçbir şey vaat edilmese bile o evi dayıma verebilecek bir kadındı. arkasından kötü konuştuğumuz zaman; "şşşş" diyordu mesela. sevgi böyle bir şey. ne yaparsan yap, bir şekilde alttan alınabiliyor. aradan seneler geçti. bazen düşünüyorum.. "gerçekten bütün bunlara değer miydi?" bu hikayede iyi kalabilen kimsenin olmaması da ayrı üzüyor. mesele dayımdı.. dayıma olan sevgimin nasıl kaybolduğu idi. bir zamanlar "keşke babam o olsaydı" denebilecek bir insan, sonrasında ise hatıraları hatırlarken bile kendini rahatsız hissettiğin, kandırılmış hissettiğin bir insan. benim için hiçbir şey değişmedi. ben aynı ben.
kendi playstation'ınını abime parayla satabilecek birisinden zaten bütün bunları beklemeliydik. buradaki en büyük sorun, sorumsuz babaydı zaten. baba düzgün olsaydı, dayıya mebcur kalınmazdı. hatta anne hasta bile olmazdı da... işte bunun etkisini ben de bilmiyorum. selam olsun toplumda geleneksel bir efsane haline gelen, anneye düşen mirası hacılayan dayılara...
bu da aklımdaki bir başka meseleydi işte.
Yorumlar
Yorum Gönder