dosya : love it or list it

     yani türkçe'ye çevrilmiş ismiyle; "ya sev ya sat" programı. aslında genel anlamıyla bu amerikan reality şovlarına değinmek istiyorum. elbette en sevdiğim de, başlığa ismini veren program. günümüzde tlc ve dmax kanallarında dublajlı türkçe ile karşılaştığımız programlar. elbette çok eskiden beri varlar. ben bu emlak temalı programlara kapılıp gidiyorum. ne zaman televizyon izlesem kendimi bir anda bu tarz kanallarda ve emlak temalı programlarda bulunuyorum. ki zaten emlak temalı zibilyon program var. amerika da bunu seviyor olsa gerek ki bol bol üretmişler. 

    benim favori programımda tema çok basit. bir tane iç mimar ve bir tane emlakçı var. evinden memnun olmayan aileye gidiyorlar. iç mimar evi yeniliyor, emlakçı ise yeni ev buluyor. finalde aile, yenilenen evde mi kalmayı seçecek yoksa evi satıp, emlakçının bulduğu evlerden birisini mi satın alacak işte bütün mesele bu. bu çok basit konsept, kendi içerisinde dallanarak, dram da katılarak bir program haline geliyor. bizim dublajlı seslerle de zaten harika bir hal alıyor. benim izlediğim versiyondaki iç mimar -aslında tasarımcı diye geçiyor- hillary ve emlakçı david, iyi tipler aslında. hillary genel olarak hep aynı tarz evler yapıyor, ancak çözüm odaklı birisi. ayrıca birçok bölümde gördüğüm üzere, hep kritik bir sıkıntı çıkıyor. asla ailenin isteklerinin yüzde yüzü karşılanmıyor. tabi bu aksaklıkları da bir drama olarak yansıtıyorlar. hesapta olmayan sorun, bir anda bütçeye damgasını vuruyor. hillary hanım da bu gelişme üzerine, her bölümde ultra süper yaratıcı yönüyle orta karar bir çözüm üretiyor. zaten burada iç mimarın ne kadar mükemmel olduğu yansıtılmak, göze sokulmak istenmiş. yani sonuçta her şeyin tıkırında gittiği bir düzlem bu kadar izlenmez. david ağabey ise tam bir kurt emlakçı, gittiği evleri iyi satıyor. yani dublajlı ses en azından, güzel aktardığını gösteriyor bize. ayrıca adam çok şık giyiniyor. ben şahsen bayılıyorum her bölüm giydiği takımlara. o tarz giyinen birisi olmak isterdim. 

    kurgu genelde her bölümde muhit hakkında yorumlarla başlıyor. ya eleştiriyorlar, ya çok pahalı olduğunu söylüyorlar. bir de şakalaşıyorlar tabi o araba kullanma sahnesinde. sonracığıma ütopik isteklerde bulunan bir aile çıkıyor. yani bizim gözümüzden bulup da bunuyor hallerinde insanlar. ek olarak çiftlerden birisi evden kurtulmak isterken, diğeri evde devam etmek istiyor. bu çatışmayı da daha en başta bize veriyorlar. işte program sunucularının, bir yandan da şahısları ikna etme girişimleri falan filan. hillary bütün projeyi, planı hazırlıyor evdeki tadilat başlıyor derken hop bir tane işçi gelip hillary'ye sorun olduğunu söylüyor. "sanırım bu işi yapmamız imkansız..." şeklinde başlayarak aslında finalde istediğimiz gibi olamayacağı fikrine geçiriyor bizi. bunu duyunca çaresiz moda geçen hillary'de her seferinde bu sorunu çözüyor. işlerin david kısmı da, en güzel evi bulup fiyat konusunda pürüz çıkartmak, orta karar bir şey bulup yetinmeye zorlamak ve daha kötü bir yer bulup paradan tasarruf etmek üzerine seçenekler sunuyor. aslında david kısmında da bir gitgel yaratılmaya çalışılıyor. asla finalde yüzde yüz tatmin şansı yok. bir şeylerden feragat edilecek ama ne şekilde edilecek artık aileye kalmış durumda. çoğu bölümün kurgusu bu şekildedir. kel david ve hillary'nin aralarındaki atışmalar da güzel tabi ki. elbette her bölüm aynı bile olsa, bu izleten bir şey bu yüzden her denk geldiğimde transa geçmiş gibi izliyorum. 

    ek olarak yine bu tarz bir program olan ama emlaktan ziyade, eşya yönüyle ilgimi çeken; "ikinci el kralları" yani "hardcore pawn" da hoşuma gidiyor. basbaya kurgu olduğu açık ama böyle bir dükkanda geçen olaylar dikkat çekici. orada da işte insanlar eşya getirip satıyorlar, dükkan sahipleri de sıkı sıkı pazarlık ediyor. başroldeki yaşlı ağabey iyi oyunculuk ile izletiyor kendini. mesela bir ürün getiren diyor ki; "bunu değeri 1500 dolar." ama aldığı cevap "300 dolar" falan gibi sert cevaplar oluyor. günün sonunda çoğunluk dükkan sahiplerinin dediğine geliyor iş. ayrıca sorun çıkaran insanları yaka paça dışarı attıkları sahneler de güzel oluyor. buna da denk geldiğimde izlemeden duramıyorum. yine bol bol dublajlarla farklı bir hale geliyor. gariban müşterilerin kendilerini anlatma çabası ancak asla anlatamamaları bir yandan da hüzünlü bir şey olsa gerek.. 

    aslında bu programlar, amerikan dünyasında günlük çerezlik işler. ancak bizim kültürümüzdeki işlerin gereğinden fazla basit ve işlevsiz olması sebebiyle. bu tarz şeyler farklı hissettiriyor. olay sadece yaşadığın yerle alakalı. bir kültür şov değil yani, amerika'da yaşayan orta halli bi herif olsaydım gündüz zap yaparken bunlara denk gelecektim ve normal algılayacaktım. şu an bulunduğum yerden izleyince; "vaoov ne kadar farklı hayatlar.." falan filan dedirtse de bu bir ilüzyon. bu koca sistemi iki programa da dayandıramam haliyle, bir sürü şey ve bir sürü farklı konu var. çok farklı kesimlere hitap eden mozaikler sonuçta. mesela eskilerden hatırladığım araba yeniledikleri; "pimp my ride" olsun, mtv türkiye'de hafızamda kalan; "my sweet sixteen" olsun, ya da yine güncellerden belgesel tarzı insanların özelliklerini konu alan; "şişmanlar, takıntılılar, garip huylular vb." programlar da hoşuma giden başka işlerdi. 

    artık televizyon izlemek yeni nesilde giderek azalan bir şey de olunca, zamanla bu son dikkat çeken kırıntıların da kaybolacağını düşünüyorum. dublaj sesli amerikan çerezlik programları iyidir. şanslıysan bir iki yeni şey öğrenir hayatına devam edersin. 

    bu da aklımdaki başka bir konuydu işte...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

dosya : ipek

dosya : gravity falls

dosya : it crowd