Kayıtlar

Ocak, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

dosya : sakız

      geçen gün marketten kendime kocaman bir kutu sakız aldım. hani şu 1 tl atıp aldığımız makinelerdeki renkli yuvarlak sakızlardan.. ağzıma her attığımda ister istemez keyfimi yerine getiriyor. kutunun dibini henüz görmüş değilim ancak biraz garip de geçen günlerimde farklı bir soluk oldu ne yalan söyleyeyim. bu aldığım sakızların tadı çok güzel, ancak çok çabuk geçiyor. bir yerden sonra tatsız bir şeyi çiğniyormuş gibi hissettiriyor.      naneli sakızları da çok severim ama yeşil naneli olanlar favorimdir. mavi naneli, ki mavi nane değildir o... hani bir ferahlık veren türü var ya mavi kutularda olur. işte onlardan ne zaman çiğnesem hapşırırken buluyorum kendimi. hal böyle olunca, çok da tercih etmiyorum. öyle bir tatminlik de yaratmıyor yani. iki çiğneyince hapşırıyorum. bu falım'ın daha sertimsi sakızlarını da severim. özellikle karbonatlı olan var ya... çiğnedikçe böyle ufak bir şey patlıyormuş gibi hissetirir. çok minik bir tat gelir ağzımıza aniden...

dosya : yasemin mori

      seneler evvel, yine bir yaz işimde bu sefer atölyede değil bilgisayar başındaydım. tüm yaz işlerime kıyasla daha rahat bir işti. tabi her işi olduğu gibi bu işi de kıvırıyordum. beraber çalıştığım bir yasin abi vardı. geçim sıkıntısı, ailesel problemler, her gün uzaktan gidip gelmek ve işteki memnuniyetsizliği çok fazlaydı. patronla başka bir bağları olduğu için de, hatır niyetine bir çok şeye susuyordu. elbette işini iyi de yapan bir insandı.      bir gün ofisteki bir laptopa boylu boyunca kahve dökmüştüm. benim paniğime kıyasla son derece sakin kalarak bazı çözümler üretti o an, kimseye çaktırmadan kuruttu ve bozulmadan atlattık o günü. soğukkanlı halleri gerçekten bir kriz yönetimiydi. hani o kadar derdi olan bir insan için özellikle dikkat çekiciydi. ikimiz günün çoğu saati yalnız başımıza kalırdık orada. o kendi bilgisayarından, hoparlöründe bazı şarkılar açardı. mori'yi özellikle severdi.      benim yasemin mori hakkında tek bildi...

dosya : çaresizlik

      çaresizlik, varoluşun sınırındaki boşluktur. köşeye sıkışmaktır, bütün kurşunun bitmesidir.      çaresizlik, insanın önünde hiçbir seçeneğin kalmadığını düşündüğü anların ağırlığıdır. her kapının kapandığını hissettiğinde, hareket edemeyecek kadar sıkıştığında, sesinin duyulmadığını anladığında gelir çöreklenir içine. içinde bir boşluk gibi başlar, sonra bir ağırlığa dönüşür, nefesini daraltır, gecelerini uykusuz, gündüzlerini boş yapar. çoğu zaman beklenmedik bir anda gelir ama bazen de ağır ağır yaklaşır, sinsi bir hastalık gibi. çaresizliği tanımlamak zordur, çünkü yaşayana özeldir; ama yaşarken herkes anlar ne olduğunu.      örneğin, üniversiteyi bitirmiş bir adamı düşünelim. yıllarca çalışmış, dirsek çürütmüş, umutlarını ders notlarına, sertifikalara, stajlara bağlamış. mezun olduktan sonra iş aramaya başlamış ama her yere başvurmasına rağmen cevap alamıyor. günler, haftalar, aylar geçmiş. hesapları boşalmış, kirayı ödeyemeyecek ha...

dosya : squidward

      squidward tentacles… süngerbob’un yan komşusu, kasabanın huysuzluk kralı, hayallerinin peşinden koşan ama hayallerinin de ondan kaçtığı adam. kimine göre burnu büyük bir snob, kimine göre hayattan bezmiş bir realist. ama squidward aslında hepimizin içinde bir yerlerde var olan o yorgun sesi temsil ediyor. her bölüm çektiği bıkkınlık beni benden alırdı. aslında insanların sevmesi için yazılmış bir karakter değildi, bir yan karakterdi ve süngerbob ile patrick kendisi ile etkileşime geçecekti. yine de squidward'un kendine has bir karakter olduğunu düşünüyorum.      çalıştığı yer belli: yengeç restoranı. şef garson falan değil, bildiğin kasada pinekleyen bir çalışan. mutsuz, isteksiz ve maaşı kesinlikle hak ettiğinden az. yani biz! özellikle de uzun saatler boyunca sıkıcı bir işte çalışan, ama aslında başka hayalleri olan bizler. squidward’ın sanat aşkı var mesela, ama kimse değerini bilmiyor. klarnet çalıyor, ama yeteneği biraz tartışılır. en azından ken...

dosya : bayraklar

      daha okula bile gitmeden evvel elime geçen atlası hatırlıyorum. coğrafya'nın yer şekillerinden ziyade, bayraksal ya da ülkesel kısımlarına daha ilgiliyim. bir coğrafya sever değil de, ülke sever gibi bir şeyim galiba. bu denklemde özellikle bayraklar çok ilgimi çekmiştir. bir ülke bayrağı görürsem çok büyük ihtimalle nereye ait olduğunu bilirim. bu biraz hobisel bir şey olarak kaldı hep. keşke hayatımda işime yarayacak bir genel kültür bilgisinden fazlası da olsaydı diye iç geçiriyorum bazen.      the big bang theory'de, sheldon cooper karakteri'nin bayraklara olan özel ilgisi hoşuma gitmişti. tabi o daha kapsamlı bakıyordu bayrak işine, ben daha ülke bayrakları eksenindeyim. bir ülkenin bayrağı olması fikri çok hoş bence. simgesel bir bütünlük oluşturuyor. bizim ülkemizin yok ama çoğu ülkenin aslında bir de arması da olur. böyle simgeler, ülkeyi oluşturan halkı da temsil ediyor gibime geliyor. aynı bayrağın, aynı sembollerin altında birleşme fikri, i...

dosya : eristik diyalektik

       eristik diyalektik, kazanmak için tartışmak... bazı insanlar tartışmayı sevmez. hatta bazen tartışma dediğimiz şey, iki tarafın da birbirini anlamaya çalıştığı bir süreç değil, sadece kazanma hırsıyla yapılan bir savaş haline gelir. işte tam burada, schopenhauer devreye giriyor ve eristik diyalektik kavramını ortaya atıyor. kısaca söylemek gerekirse, eristik diyalektik, haklı olup olmamana bakmadan tartışmayı kazanma sanatıdır. yani mantıklı ya da doğru olman gerekmiyor, sadece karşı tarafı alt etmen yeterli. schopenhauer bunu “haklı olmanın değil, haklı çıkmanın yolları” olarak açıklıyor. bunun için de 38 tane hile yolu gösterir.      ufak bir örnek de çakayım hemen;  diyelim ki biri sana “kitap okumak insanı daha zeki yapar” dedi. sen de eristik diyalektikle hareket edip şöyle bir şey söyleyebilirsin:“ama albert einstein roman okumaktan pek hoşlanmazdı. demek ki zeka ile kitap okuma arasında doğrudan bir bağ yok.”      aslı...

dosya : kaan boşnak

      ilk kez "yüzyüzeyken konuşuruz" grubunu akgöz sayesinde dinlemiş oldum. liseden kalma bir konu.. yani sırf o dinliyor diye, ayak uydurmak için dinlemiştim. hoşuma da gitmişti ne yalan söyleyeyim. değişik bir tarzları vardı. yazdıkları sözler, mevcuttaki şarkılardan farklı geliyordu. o dönem her çıkardığı şarkıyı takip etmiştim. tabi solistleri kaan boşnak efendinin de solo çalışmalarını takip ederdim. fazlasıyla mistik bir adamdı çünkü o dönem için...az evvel youtube bana, "düşünme hiç" şarkısının kaan boşnak yorumunu önerince sanırım bahsedilme sırası kaan boşnak'a geldi..     konserine gittiğimizde gayet güzel bir performans sergilemişti. gayet keyif almıştım o geceden. akgözle beraber gitmiştik ve çok başka birisi daha denk gelmişti. iki arada bir derede hissettiğim bir akşamdı. hani unutulmayacak gecelerden birisine sebep olmuştu benim için, o dönem için de sürekli dinlediğin birini canlı görmek hoş bir hadiseydi. ekşideki malum entrylerden birisi gibi...

dosya : la noia

      bu şarkıyı son bir senedir çok seviyorum. her şeyin daha normal olduğu zamanlarda da, berbat olduğu zamanlarda da ve tabi ki neyin ne olduğunu bilmediğim zamanlarda da... "la noia", "angelina mango" tarafında söylenen italyanca bir şarkı. ilk önce 2024 san remo müzik festivalini kazandı, ardından da 2024 eurovision şarkı yarışması'nda italya'yı temsil etti. "la noia" italyanca'da; "can sıkıntısı" anlamı taşıyor. ben de bu yazımda hem bu şarkıyı onurlandırmak istedim, hem de can sıkıntısından bahsetmek istedim.       bu şarkı, yoğun bir şekilde monotonluk ve hayattan duyulan bıkkınlık temasını işliyor. sözlerdeki "noia" tekrarları, bir tür çıkmazda olma hissini yansıtıyor. şarkının anlatmak istediği şey, insanların hayatın rutininden nasıl sıkıldığı, kendi iç dünyalarındaki boşluğu ve anlam arayışını hissettikleri, ama bir yandan da bu durumdan kaçmanın yollarını aradıkları... burada sıkça bahsedilen "noia", b...

dosya : nazilli

      üniversite tercihleri açıklandığında, ne aydın hakkında ne de nazilli hakkında bir fikrim vardı. biraz bölüm sebebiyle tercih etmiştim orayı aslında. aşağı yukarı da burayı kazanacağımı, burada okuyacağımı biliyordum. benim için esas heyecan konum özelinde değildi zaten. evden uzaklaşmak, kendi başına olmak ve en önemlisi babamın otoritesinden sıyrılmak istiyordum. tek başına hayata hazır mıydım hiç bilmiyordum. onca sene aslında tek başıma çalışmış, kendi çapımda bir hayat yaşamıştım dışarıda. ancak aile ilişkileri bakımından hiç özgür değildim. son seneler çok kötü geçmişti zaten.      ilk kazandığımda, anonim chat sitesinin birinde nazilli'de yaşayan birisine; "orada burger king var mı?" demiştim. yani beklentim çok düşüktü. kendi yaşadığım yerin daha gelişmiş olduğunu düşünüyor, başka bir yerin sanki fazla taşra kalacağını düşünüyordum. aslında bu sorular, gittiğim ve sevdiğim zincir mağazaların varlığı idi. o günlerde bunu düşünmüştüm. nazilli he...

dosya : merdiven

      biraz önce otelin misafir lavabosuna inerken merdivenleri saydım. tam on beş basamak var. geri dönmek istediğimde tekrar saydım yine on beş basamak fark ettim. bir aralar merdiven çıkarken çok tıkanıyordum, şimdilerde seke seke çıkıyorum. sanırım bu konuda bir gelişme var bende.      küçükken en sevdiğim olaylardan birisi, orta büyüklükteki bir merdivenin en başından, en aşağısına tekte zıplamaktı. tabi büyük bir merdivende imkansızdı bu... eski evimizin 8 basamaklı evin giriş kapısına çıkaran merdiveninde genelde zıplardım. zıplamasam bile, tam ortasındaki basamağa basarak inerdim. bütün basamaklara tek tek basmak inanılmaz bir hantallıktı benim gözümde. merdivenler üşengeç insanlar içindir diye düşünüyordum galiba. bugün bile, az evvel fark ettiğim üzere her basamağa basmama işi hala kafamı kurcalıyor. bir yerlerde illa ki bir iki basamağı es geçmek istiyorum. böyle koşa koşa geldiğim o merdivenden, özellikle inerken basamakları es geçerek inip fina...

dosya : mikro öykü

      aslında bu meseleyi biraz şans eseri öğrendim ama inanılmaz hoşuma gitti. iyi bir hikaye yazarı ya da öykü yazarı asla olamadım. buna çok heveslendim, denedim falan falan ama bence o kadar iyi değilim. belki ilerleyen zamanlarda bu konuda kendimi geliştiririm. mikro öykü dediğimiz olay, az kelimeyle çok şey anlatmak gibi bir şey aslında. günümüzdeki bu kısa içerik tüketiciliğine de uygun bir yandan. yani olabildiğince kısa şeylerle, bir öykü veya hikaye anlatmak gibi düşünmek lazım. bununla alakalı biraz kafamda denemeler yaptım son zamanlarda.       mikro öykü'ye öyle klasik tanımlar çekebiliriz, ancak ben şunu tercih ediyorum; "az kelimeyle kocaman dünyalar kurmak". mikro öykü yazmak, bazıları için kelime tasarrufu gibi görülse de aslında o az kelimeye bir dünyayı sığdırma sanatı. tıpkı deskte random insalarla ettiğim bir kaç dakikalık sohbet gibi, bazen beklenmedik derecede yoğun, bazen de anlamı yüzeyde bir yerde saklı. beklemediğin bir anda ...

dosya : bisiklet

      bagaj odasında çok güzel bir bisiklet var. lastiklerini şişirsem ne turlarım buralarda he. hazır hayalet şehir modundayken tüm sokaklar.. bu kiloyu taşır mı? taşımasa bile günden güne taşıma ihtimalinin arttığı bir süreç sonuçta..     küçükken bir bisiklet merakım olmadı. yani bisiklet istememiştim hiç. akülü araba çok istemiştim hem de deli gibi. ancak mümkün değildi elbette. bir gün pazarda babama çok ısrar edip fiyatını sordurtmuştum. alma ihtimali olmadığını biliyordum ama o gün fiyatını sordurtmak bile bir başarıydı benim için. çoğu geceler içten içe, belki bir akülü arabayla gelir diye çok umut ettim. ısrar değildi, sürekli dile gelen bir talep değildi sadece umuttu. aklına gelir belki alır diye... asla akülü arabam olmadı yani.      bu motor dediğimiz ama motorla alakası olmayan plastik üç tekerli oyuncaklar var hani, onun ön kısmı olmayan bir şey bulmuştum sokakta. onunla oyalanıyordum çok küçükken, hani merakım über yoktu ama tekerl...

dosya : dikili

      dikili derken hani bu izmir'deki dikiliyi kast etmiyorum. kocaeli'de, kandıra ilçesinin sahil kenarında olan dikili'den bahsediyorum. mevcut durumunu bilmiyorum ama, o dönemler için bir kefken, kumcağız veya kerpe olamamıştı. oraya çok sık giderdik çünkü teyzemlerin üç hatta dört katlı bir yazlığı vardı. yazları da orada olurlardı genelde. annem de heves işleri falan günübirlik de olsa gitmek isterdi.     dayım götürürdü bizi genellikle ama babam da birkaç sefer götürmüştü. hatta bir keresinde koca otobüsle götürmüştü herkesi. orada da bizi rezil ederdi zaten. inanılmaz bir adam gerçekten, hiçbir ortama uyum sağlayamaz ve patavatsız tavırlar sergilerdi. neyse konu bu değil tabi ki, benim aklıma gelen hatırlamadığım bir senenin yazında annemle kaldığımız o dört gün.      teyzem, en ufak oğlunu evin hemen yakınındaki sahilde kalp krizi sonucu kaybetmişti. 18 yaşında falandı sanırım üzerinden epey zaman geçti. erken ve trajik bir ölümdü. alkoli...

dosya : florence welch

      en çok sevdiğim şarkıcıdan bahsedeceğim şimdi de. kendisine gerçekten ciddi anlamda bir hayranlığım vardır. bütün şarkılarını dinlemiş, hala daha çok sık şekilde dinlemekteyim. bugün bile bazı parçaları bana  ilham veriyor. sıkıştığım zamanlarda, bazı parçalarını daha anlayarak dinleyince kendimde güç bulduğumu düşünüyorum.       florence welch... adı bile bir melodi gibi, değil mi? gerçi çıkardığı şarkılardaki isim; "florence + the machine". bu işi bir solo kariyer olarak değil de ekip işi olarak görüyor. eğer onun müziğiyle tanışırsan, hayatında bir şeylerin değiştiğini hissetmişsindir. florence, sadece bir şarkıcı değil; onun sesi, beni kendimle yüzleştiren, bazen karanlıklarımla barışmamı sağlayan bir güç. o, kelimelerin ve notaların birleşiminden bir evren yaratıyor, beni de her seferinde bu evrenin içine çekiştiriyor.      florence welch'in hikayesi, onun müziği gibi derin ve çarpıcı. genç yaşta sanata olan ilgisiyle dik...

dosya : modern family

      yakın zamanda izlediğim/bitirdiğim için hafızamın çok taze olduğu bir konu. aslında daha evvelinde instagram reels'leri üzerinde bir kaç sahnesini görmüştüm ancak izlemeye değer bulmamıştım. diziyi izlememe başka bir olay vesile oldu ve iyi ki de olmuş diyorum. bence çok güzel bir serüvendi. hemen hemen işe başladığım zamanlardan beri geceleri benim için bir sakinleme ritüeli olmuştu.      modern family, televizyonun belki de en sıcak ve samimi aile dizilerinden biri. 2009'da başlayıp 11 sezon boyunca devam eden bu yapım, farklı aile dinamiklerini mizahi bir şekilde ele alıyor. dizi, çekirdek aile kavramına farklı bir perspektiften bakmamızı sağlarken, aslında her birimizin bir parçasını bulabileceği karakterler sunuyor.     modern family, üç farklı aileyi merkeze alıyor: geleneksel bir aile olan dunphy'ler, yaş farkı bulunan bir çift olan pritchett ailesi ve eşcinsel bir çiftin oluşturduğu tucker-pritchett ailesi. bu ailelerin yaşamları bir...

dosya : can hoca

      herkesin hayatında belirli dönemlerde çok yakında birileri olur. istisnalar da vardır elbette, ya da daha yakın arkadaşlıklar. can hoca benim, bugün itibariyle tam 21 senelik arkadaşım. gerçekten dile kolay bir süre. ilkokulda tanıştığım, hayatımın her döneminde benimle olan birisi. biraz da ondan bahsedelim...     can hoca ile birbirimizin her şeyini biliriz, bu biraz fazla bile gelebilir bazen ama aramızda sonsuz bir güven ilişkisi vardır. soğukluk girmiş midir? haliyle görüşmediğimiz, konuşmadığımız dönemler de olmuştur. günün sonunda her şekilde bir araya gelmişizdir. biliyorum ki, gelecekte de geleceğiz. bu birbirinin huyunu anladıktan sonra değişecek bir durum değil artık çünkü. olay bir karakter gelişimi ise, ikimizin de karakteri defalarca değişti, evrim geçirdi falan. geldiğimiz noktada biz yine bir arada kaldık.      öyle her gün, saatlerce süren bir konuşma değil bu. yeri ve zamanında, denk geldiğinde... ufacık bir çocukken bile c...