Kayıtlar

Aralık, 2024 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

dosya : yılbaşı

      bugün senenin son günü, hatta son saatleri. hazır aklıma gelmişken benim için 31 aralık gününü ve 1 ocak gününü bir değerlendirmem gerektiğini düşündüm. böyle zekiliklerim vardır. aslında yeni bir yıla olan bakış açım, eski yıldan farklı değildir. küçükken daha derin anlamlar yüklüyordum ama bu zamanla azalmıştı. bu sene özelinde biraz anlamlar yükledim. bakalım neler olacak?      yılbaşı benim için küçükken babamın gece eve getirdiği kuruyemiş ve iki buçuk litre kolaydı. öyle boş boş otururduk ve bunları tüketirdik. mutlu bir aile olsaydık gülüp eğlenirdik biliyorum ama bizim evde öyle olaylar olmazdı. işte bu kuruyemiş ve kola bir lütuftu zaten. sessiz sessiz oturup tüketmeliydik. öyle yılbaşı programı falan da açılmazdı. babam ne isterse o olurdu yani. bir de aldığı biletleri kontrol sekansı vardı. ondan geriye doğru saymak da hoş karşılanmıyordu malum anlarda. mesela dayımların evinde daha hareketli ve eğlenceli geçerdi. en azından bir aile ortamı...

dosya : tiyatro

      tiyatro ile tanışmam isteyerek olmadı aslında. yani içimden gelerek denemedim bu duyguyu. ilkokulda bir gösteri olacak denildi ve oldu! bu kadardı yani bu işe kafayı sokmam. rol yapmayı çok severim. keşke imkanım olsa da sürekli rol yapabilsem. en başa dönersek, bu iş tek kişilik bir gösteri ile başlıyor sanırım.     birinci sınıfta okuma bayramında, bana tarkan taklidi yaptırmışlardı. üstümde beyaz bir badi, altımda da kot pantolon sahneye çıkıp müzik eşliğinde dans etmiştim. yani bunu iyi yapıyordum niyeyse, dalga geçilmekten çok beğenilmişti. sonra da kaçıncı sınıf olduğunu hatırlamıyorum ama bir keresinde "tiyatro kolu"na atanmıştım. atanmıştım diyorum çünkü ben karar vermemiştim. işte o kolda da, hafta sonu için bir tiyatro kursu muhabbeti açıldı. istesem gitmezdim ama gittim. çok da güzel günlerdi o kurs. seval diye bir öğretmen yönetiyordu. kendisi ana okulu öğretmeniydi orijinde ama seviyordu bu işleri. sanırım bir de ek gelir telaşesi artık bilemi...

dosya : satranç

      satranç bize çok küçükken öğretilen bir oyun. oynanması basit, belirli kuralları var. hani tavla değil de, satranç gösterirler bize küçükken. sekiz çarpı sekiz bir alan, toplam 64 kare. iki renk, on altışar taş. bu taşların sekiz tanesi piyon falan. yani bir strateji oyunu aslında. üstelik bir ekran kartına ya da iyi bir makineye ihtiyaç duymuyorsun. ben de bu oyunu çok küçükken öğrenmiştim. asla iyi bir oyuncu olmadım, sadece kurallarını çok çabuk ezberledim.      ilkokulda bu yüzden benim bu oyunu çok iyi oynadığımı zannediyordu herkes. dediğim gibi iyi oynamıyordum sadece çabuk anlamıştım. zorla sokulduğum satranç kulübünde de geleni geçeni tokatlamıştım. ilerleyen senelerde artık kimin aklına geldiyse, il bazında bir turnuvaya okulu temsile gönderildim. aslında bunu hiç istememiştim. kaçınmak için elimden geleni yapıyordum. yahu her hamlesi max üç saniye süren satranç oyuncusu mu olur? taktik yok, strateji yok. gözüme kestirdiğim taş nereye hareke...

dosya : town of salem

      hey gidi be. bir dönemimin efsane oyunu. ilk olarak mersinli'nin tavsiyesi ile öğrenmiştim. sonra da can hoca ile saatler geçirmiştik. oyun komple bir roleplay oyunu aslında. günümüzde şu vampir-köylü muhabbetinin daha interaktif hali gibi.      15 çevrimiçi oyuncu gerekiyor. bu 15 kişi her oyunda bir nickname seçiyor, sonra oyun herkese otomatik bir rol atıyor. 4 tane mafya elemanı, 1 tane kendi takılan biri, 1 tane de amaçlı rol var. gerisi normal köylü rolleri. oyunun amacı her tur oylama yapıp, iki taraf için de karşı taraftan birini astırmak. eh tabi köylülerin sayısı fazla olunca, herkes köylüymüş gibi davranıyordu. yani aslında, oyuna girdin rolünden bağımsız mafyaları ve diğerlerini bulup asmak gerekiyordu. köylülerin de kendi içinde rolleri vardı. mesela "jailor" dediğimiz bir rol, kafasına göre birini hapse alıyor gece ve sorguluyor. işte; "vigilante" var şüpheli bulduğu birine sıkabiliyor, eğer yanlış kişiye yani köyden birine sıkarsa kendi...

dosya : alonsocular

      benim idolüm, çocukluk kahramanım, en çok sevdiğim kişilik; "fernando alonso" isimli bir formula 1 pilotudur. bu yazıda ondan bahsetmeyeceğim. bu yazıda onu benim gibi destekleyen insanlardan bahsedeceğim. çünkü aklımın köşesinde bir yerde sürekli yer kaplıyor bu tipler.      öncelikle, "alonsoculuk" kavramından bahsedeyim. bu tipleri ve kendimi özellikle inceleyince aslında nerenin vatandaşı olduğumuzun bir önemi olmadığını anladım. dünyanın çeşit yerlerinde, bu adama hayranlıktan fazlasını taşıyan kafayı kırmışlar pek çok ortak noktada buluşuyor. öncelikle bu tayfa kesinlikle eğitilemez. şu anlamda eğitilemez, fikirlerini değiştiremezsin. bu pilota duydukları hayranlığın derecesini arttıramazsın. resmen bir tek adamcılık modeli gibi, adamın ağızına bakıyor hepsi. yaptığı şey yanlış da olsa, çok doğru da olsa körü körüne savunuyorlar. bana tanıdık bir şeyi hatırlattı. lakin bu adam mistik bir adam gerçekten, ister istemez bir yerden yakalayınca sevin...

dosya : tercih edilmek

     aslında bu konu başlığı için aklımda bir olay var. yine de dallandırıp, budaklandıracağım bunu da.      lise ikide bir çocukla çok iyi arkadaş olmuştum. ismi fatih idi. gayet eğlenceli bir çocuktu yalan olmasın, kafa yapılarımız da uyuyordu. sıra arkadaşımdı uzun bir süre. sürekli beraber takılırdık bir şeyler yapardık. biraz fazla devrimciliğe meraklı bir arkadaştı. gezi parkı zamanında çok alevlenmişti. bıraksan gidip hükümeti devirecekti. benim de kendisi kadar ateşli olmamam ters tepmişti tabi ki. mesela onun sayesinde "duman" dinlemeye başlamıştım. kaan tangöze hayat tarzını öğrenmiştim. nejat işler modunu görmüştüm. adam tam o kafada bir hayat hayali kuruyordu.      ilk sigaramı o içirmişti bana karaktersiz herif. ben de ona zorla formula 1 vidyaları izlettiriyordum. bütün okul günü beraber takılırdık. hatta okul çıkışlarında da peşinde takılırdım. beni diğer arkadaşlarıyla falan tanıştırmıştı. minik elit zevklerimiz falan vardı. s...

dosya : playstation

      ilk olarak atariyle tanışmıştık. abim oynuyor ben izliyordum. babam gelince ortadan kaldırıyorduk hemen. dayımlarda ise bunun çok daha iyisi vardı; "playstation" dayımlara her gittiğimizde abim onunla maç oynardı ben de izlerdim. bazen dayım abime savaş oyunu falan oynaması için izin verirdi. abim kendinden geçer ben yine izlerdim. sonra abim bir süre kafaya taktı bunu, bir yaz çalıştı ve biriktirdiği parayla bir playstation aldı. ne alakaysa, dayımdaki oyunlarla beraber getirmişti eve. günlerce oynadı, bir yerden sonra artık izleyici değil maçtaki partneriydim. daha yeni öğrenen beni sürekli yenerek ego tatmini yapardı. bir yerden sonra süreli olarak benim de vakit geçirmeme izin verdi.      böyle büyüdükçe, eldeki her oyunu bitirmeye falan başlamıştım. yetmezdi elbette, keşiflerim sonucu oyun cd'si satan bir mekan buldum. artık para elime geçtikçe fıtı fıtı gider yeni oyun alırdım. özellikle formula 1 oyunları aman allahım. kocaman bir kutu olurdu, ...

dosya : şeker

      ben bir şeker bağımlısıydım. hala bağımlıyım aslında, şeker görünce dayanamıyorum. olmazsa olmazım diyebilirim. yaş ilerledikçe şekerin bana ağır geldiğini fark ettim tabi. artık eskisi gibi bir şey alırken şekerli olması tercih edilmiyor kendi nazarımda, denk gelirse kaçırılmıyor sadece.      mesela çayı ve kahveyi şekersiz içmeye başladığım zamandan beri bu iki içecekte şeker olduğu zaman içemiyorum. hayatımın çok büyük bir bölümünde kola bağımlısı oldum. son zamanlarda bundan da uzaklaşmış vaziyetteyim. bazı günler hiç şeker değmiyor ağzıma, yani benim için rekor seviyede günler bunlar. üç gün şeker yemeyeceğim söylense çok şaşırırdım mesela. şerbetli bir tatlı gördüğümde fazla yiyince ağır gelmeye başlıyor. eskiden enerji verirdi, artık mod düşürüyor. ağızda kötü bir tat bırakıyor. sanırım yaşlanıyorum. sanırım aklıma gelmesinin sebebi bir anıyı hatırlamamdan kaynaklanıyor.      haribo'nun bu beyaz-pembe marshmallow'larını çok sever...

dosya : bakugan

      çok fazla çizgi film hafızamda yer etmiştir. karakter özelinde daha çok sevdiklerim vardır mesela. bir bütün olarak ise bakugan zirvede herhalde. değinmek istedim, çünkü hala daha bazı replikleri kendi kendime söylediğimi fark ediyorum. mesela "çılgın korsan jack" veya "kamp lazlo" veya "madagaskar penguenleri" de hala çok sevdiğim yapımlar. bazı kriz anlarında, bir çözüm umuduyla açıp sarıldığım yapımlar. belki çocukluğa dönmek, belki iyi zamanları hatırlamak falan. bakugan da o yönde bir çizgi filmdi benim için.      bazı çevrelere göre "anime" olduğu iddia edilen bir yapımdı. aradaki ayrımı çok bilmem, anime işinde pek yokuz. aslında oturup izlesem seveceğim şeyler de olur biliyorum ama hiç bulaşmıyorum. bakugan'ı da zaten cartoon network sayesinde keşfettim. benim zamanımda yani eskiden her biri 52 bölümden oluşan 4 sezonluk bir iş olmuş. günümüzde bir remake projesi de varmış. azıcık baktım ve mide bulantısı eşliğinde terk ettim za...

dosya : lüleci

      öğretmenlerden bahsedilir. hayatımızda yer de eder bazı öğretmenler. benim sicilim genelde sevmediğim öğretmenlerle doludur. bu adamı seviyor muyum hala bilmiyorum. yine de dönemine göre çok farklı bir adamdı. ayrıca benim blog yazma işini öğrenme sebebimdir kendisi. yani ondan görerek, kendi blog sitemi açmıştım ilk kez. son zamanlarda da çok blog yazdığım için kendisine selam çakmakta bir sakınca göremiyorum.     ilkokulda bütün öğretmenlerim yaptığı işe değer vermeyen insanlardı. yani bendeki karşılığı bu şekildeydi. ilk beş sınıfı çok saymazsak ki, ikisi de iyi insanlardı. bir tanesini sırf abimin de öğretmeni diye çok istemiştim tanımadığım halde, ancak berbat bir öğretmendi. her şeyi bildiğimi varsayarak beni sınıftan falan çıkartırdı. asla bana bir şey öğretmeye çalışmadı. diğerlerinin hevesini kaçırdığım için de suçlu gibi davranırdı. sonra hamile kalınca, yerine bir adam geldi. yine harika bir insandı ama iyi bir öğretmen değildi. özel hayatında ç...

dosya : düğün

      düğüncülük işini hiç sevmem. oldum olası kaçarım da böyle ortamlardan. keşke kimse düğün yapmasa, zaten katıldığımdan çok gürültüsünden dolayı rahatsız olduğum düğünler oldu. düğünler hep bir yerden beni bulurdu yani. anne tarafımdaki düğünleri hatırlıyorum. annem çok bayılırdı düğün işlerine, abimle bizi takım giydirmeyi çok severdi. siyah bir atlet ama üstü böyle desenli, altına da krem rengi bir kapri vardı mesela. onları aldığı zaman her gittiğimiz düğünlerde üstümüze çekiyordu. babamın asla katılmadığı bu düğünlere giderdik, annemin hatır rica aldırdığı çeyrek altını takardık. kimse de varlığımızı çok görmezdi zaten. öyle ortaya koşup oynayan çocuklar olmadık. bir kıyıda köşede oturur izlerdik abimle, bir an önce bitmeli ve gitmeli.      kendi isteğim ile bir düğüne sadece bir kez gittim. çorum'a babamın bir akrabasının düğününe gittim üniversiteyi kazandığıma. birisi diyorum ama amcamın oğluydu aslında bu kişi. yine de pek bir alakam olmadığı iç...

dosya : mertcan

      mertcan, benim gözümü açar açmaz birlikte vakit geçirdiğim arkadaşımdı. ufak bir velet olduğum dönemin neredeyse tamamında hatırlıyorum mertcan'ı. evimin önüne gelip, ismimi bağırarak söyleme şekliyle çağırırdı beni. evlerimiz yan yanaydı. bir diğer yanımdaki evde de batuhan isimli antepli bir çocuk vardı. elbette mertcan ile geçirdiğim vakit daha fazlaydı. hemen her gün görüşürdük. evlerimizin aşağısındaki büyük çimenlikte top oynardık. çocuk aklımızla sanırım habire yapacak bir şey buluyorduk. aklıma tam olarak bir aktivite listesi gelmiyor ama hiç sıkıldığımızı hatırlamıyorum.     mertcan kekemeydi. çok zor konuşuyordu. şimdiki durumunu bilmiyorum ama o zamanlar bu konuda çok hassastı. hemen ağlardı. yani asla bu konuyu bir sorunmuş gibi göstermedim ona. bu yüzdendir ki çok severdi beni. diğer çocuklar bununla alay ederdi, ben ise alay edenlere çok kızardım. herkesin bir zayıflığı, bir problemi olabilir diye düşünürdüm. mertcan evimize çok girip çıkardı...

dosya : mtv türkiye

      müzik ruhun gıdası mıdır? bir yönüyle öyle! benim müzik anlayışım bugünlerde biraz kederci bakış açısında. ancak bunu ilk keşfettiğim zamanlar, çok farklı süreçlerden geçiyor. bildiğimiz müzik kanallarını hiç benimseyememiştim. "kral tv" mesela, çalan şarkıları hiç sevemiyordum. belki yaşımın küçük olduğundan sebep olabilir. bir şeyler arıyordum ve karşıma bu kanal çıktı.      bütün gün yabancı müzik klipleri vardı. kapanana kadar, soluksuz seyrettim bu kanalı. gündemdeki şarkıların klipleri bütün gün dönerdi, ayrıca rap temalı şarkılar. bazı şarkılar sürekli önüme çıkar kanal değiştirirdim sinirden, bittiğinde geri dönerdim. mesela; "black eyed peas - meet me halfway" şarkısının klibi çıktığında her seferinde ilk kez izliyor gibi mutlu olurdum. şarkıları sevmek bir yana, kliplerine de bağlanma durumu olurdu bende. aynı konseptli; "number one tv" vardı, ancak bana bir yönden hitap etmiyordu. nr1 sana yaşadığın yerdeymişsin gibi davranırdı. sanki seçt...

dosya : çizbakalım

      aslında benim için feci bir bağımlılık. hayatımın bir dönemi, kısa da olsa bir dönemi bu oyuna eşsiz bir bağımlılık gibi geçti. bu bir internet üzerinden, yani indirmeye gerek olmadan oynanabilen bir çizim tahmin oyunu. oyuna bir nick ile kayıt oluyorsun, bir avatar yaratıyorsun, sonra da maksimum on kişi kapasiteli odalardan birine giriyorsun. en az üç, en fazla on kişi bir odada olduğunuzda oyun başlıyor. oyun her tur bir anlatıcı seçer, anlatıcıya rastgele bir kelime gelir, anlatıcı paint tarzı bir ekranda bu kelimeyi çizer, kalan dokuz kişi tahmin eder. ilk bilenden, son bilene kadar puanlar azalır haliyle, mesela ilk bilen on puan alır sonrasında bilenlerde bu her kişi için bir puan bir puan azalır. anlatıcı da, kelimeyi doğru anlattığı için bilen kişi sayısı kadar puan alır. tur bitince başka bir tur başlar, bu sefer anlatıcı değişir falan falan. on turun sonunda en fazla puanı alan kişi oyunu kazanmış olur. gerisi de tebrik faslı işte.      işi...

dosya : atça

      nazilli'den aydın şehir merkezi'ne yani esas ismi ile efeler'e giderken veya oradan dönerken, arada kalmış bir yerdi atça. aslında bir ilçe bile olabilirmiş, onun yerine sultanhisar isimli ilçeye bağlı bir yer olmuş. her seferinde süren o bir saatlik yolculukta, atça'yı görme sırası gelirdi. bazen başlarda, bazen de sonlarda. hani bir yere gittiğini oradan ayrıldığını anladığın an atça'yı görürdün. ya da eve döndüğünde, artık yolun çok az kalma eşiği idi atça.      uzun bir süre merak ettim atça'yı. çünkü çekici bir şeyi vardı. çilek festivali mi? hayır! etrafındaki yeşillikler? bir nebze ama yeterli değil. girişteki -şu an var mı bilmiyorum- ördekli göl mü? bu da kurtarmıyor. atça, türkiye'nin ilk modern şehircilik anlayışı ile kurulmuş yerleşim yeri. ne kast ediyorum bundan peki? bildiğin paris gibi bir yerleşim modeli var. " bu şirin yerin sınırları bir çember şeklinde çizilmiştir. birbiri ile 45 derece açı yapacak şekilde düzenlenmiş sekiz ana...

dosya : medieval 2 total war

      şimdi de bir oyundan bahsedeceğim. ergenliğimin oyunlarından birisidir bu. bugün bile bir zıplasam kendimi oynamaktan alamam kesinlikle. şöyle anlatayım, bir harita var. ülkeler, şehirler, askerler, diplomatlar, casuslar, suikastçiler, kraliyet aileleri, prensesler, ayaklanmalar, keşifler, din, savaşlar... bir sürü şey var. kendini orta çağ avrupasında buluyorsun, bir ülke seçiyorsun ve daha çok avrupa'yı merkez alan ama biraz kuzey afrika'yı, biraz da asya'nın batısını içine alan, e tabi ortadoğu'yu da es geçmeyen bir haritanın içinde buluyorsun kendini. olay bir ülke yönetmek. nasıl yönettiğinin bir önemi yok. istersen sadece zenginliğe odaklan, istersen genişlemeye odaklan, istersen de papa'nın gözüne girip bütün hristiyan alemini avucunun içine al. ilerleyen kısımlarda amerika'yı bile keşfediyorsun!      ben bu oyunu çok sevdiğim için, aklımda olan şeyleri yazmaya karar verdim. yani vatandaşı olduğum ülkenin tonlarını aramıştım ilk indirdiğimde de...

dosya : misafir

      misafir kavramı bazı insanlar için çok önemlidir. özellikle anadolu kültüründe, hatta duyduklarıma istinaden doğu taraflarında misafire çok titiz yaklaşılır. kişi için en güzel yemekler yapılır, hizmette kusur edilmez, rahat etmesi için özel çaba sarf edilir. mesela tanrı misafiri kavramı da vardır bir yerlerde. normal yaşantılarımızda da, evimize gelecek komşular veya akrabalar olsun genelde ailemiz ortalığı toparlar, en güzel halıları serer. evde temizlik falan yapılır. bu hareketler, misafire olan sevgiden mi yoksa elalem ne der kaygısından mı yapılır tam bilemeyiz tabi.      benim hayatımda misafir kavramı çok yoktu çocukluğumda, evimize kimse gelip gitmezdi. çok nadir yaşanırdı bu durum, annem de zaten kendine hayrı olmayan evi adam etmek için çok çırpınırdı. nihayetinde çok temiz bir kadındı, ancak evimizdeki eşyalar asla güzel değildi. bu yüzdendir belki de çok mahcup hissederdi birisi gelince. zaten genel olarak da, öyle arkadaşları, komşuları...

dosya : yağmur

      bunu tüm gece yağmur yağmışken yazmam çok ironik. bugün de yağmurdan bahsetmek istedim. çiselemek de, orta şeker de, sağanak da. hepsi buna dahil bence. gökyüzünden yere damlayan her bir su tanesi ya da popüler ismiyle "damla" aynı şeyi ifade eder. bu arada bir önceki cümlede; "damlayan" ibaresini de kullanmış olmuşum. gereksiz bir örnek olmuş devamı. neyse konuya dönelim.     yağmur bazıları için çok şiirsel, çok romantik şeyler ifade ediyor galiba. özellikle birçok kızdan duymuştum; "yağmurlu havada yürümek, yağmurun altında ıslanmak" gibi özel zevkleri. filmlerde de olur mesela, yağmur altında öpüşülürken bu bize çok tatlı bir olaymış gibi sunulur. benim için böyle mi tam emin değilim açıkçası. mesela şöyle de değil, geçenlerde bir tweet görmüştüm. sekiz yaşında bir çocuk artık büyüklerinden öyle bir duymuş ki bunu, yağmur yağdığında yani çok yağdığında barajların dolmasına seviniyordu. evet çok fazla yağmur yağarsa, barajlar dolar. bu da su kıtlı...

dosya : güven

      aslında burada hem bu kelimeden, hem de bu isimli birinden bahsedeceğim. gece gece aklıma düştü çünkü. önce o kişiye başlayalım...     ben hep çalışırdım, özellikle yazları. çok uzun süre çalıştığım o elektrikçide bir tane serserimsi bir çocuk vardı. tam bir derince kekosu. hal tavır inanılmaz donuk. sürekli bir maçoluğa, adamlığa özeniş. toplumda sert olarak öne çıkma çabası. yaşça daha küçük olunca bir saygı bekleme merakı. ama iyi adamdı. dışarıya nasıldı bilmiyorum. beni de terslemiştir, ezmiştir. oturup tek bir şey konuşmamızdır. ama iş için birlikte olduğumuzda, ki bu mekanlar dağın başında bir trafo veya şehrin merkezindeki köprü olabilir. mesela sigaram olmadığında gidip paket alabilen, ya da acıktığımda kendi cebinden bişi alabilen bir tipti. o da genç bir elemandı o zamanlar. kazandığı parayı orada burada hiç ediyordu zaten. yani kendi insanlarında sevilen biriydi, ama benim gibi farklı bakan insanların sevmeyeceği biriydi. bugün böyle konuşabili...